ADALETİ ŞEKİLLE DEĞİL, AMAÇLA YAŞATABİLİRİZ.
Kur’an’daki adalet, değişmez (sâbite) bir üst norm, anayasal mahiyetli bir ilkedir; dolayısıyla bütün nasların ve hukukî yorumların gayesi bu ilkeyi gerçekleştirmektir. Uluslararası İslâm Fıkıh Akademisi (Ed-Düvelî) Kararları Işığında Sosyo-Kültürel bağlam ve adaletin evrenselliği hususunda bilgiler verilecektir.
1. Giriş
Kur’an’daki Adalet İlkesinin Üst Norm Niteliği Üzerine Bir Değerlendirme:
Şahitlik Meselesine Usûlî Bir Bakış. Şahitlik konusu, İslâm hukuk düşüncesinde ve özellikle Müslüman toplumlarda yüzyıllardır tartışılan, fakat çoğu zaman bağlamından koparılarak nassın değişmez emri gibi algılanan bir meseledir. Ne var ki bu algı, hem şahitlik kurumunu hem de İslâm’ın adalet anlayışını toplumsal hayattan uzaklaştırmıştır. Zira nassın ruhu unutulup şekli mutlaklaştırıldığında, din hayattan çekilir; İslâm, vicdanlarda değil, metinlerde mekân tutar.
Bu bağlamda, özellikle kadınların şahitliği meselesi, yeniden ele alınması gereken temel konulardan biridir. Şahitlik, yalnızca bireylerin söz hakkı değil; adaletin toplumsal teminatıdır. Dolayısıyla bu kurumun kamu hukuku mu, özel hukuk mu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sorusu, hem teorik hem de pratik açıdan önemlidir. Kur’an’ın indiği dönemde, kadınların kamusal hayatta sınırlı rol üstlenmeleri nedeniyle, şahitlikte iki kadının bir erkeğe denk tutulması sosyo-etik bir düzenleme olarak anlaşılmalıdır. Bugün ise toplumsal roller değişmiş, kadınlar kamu alanında aktif hâle gelmiştir. Bu durumda, kadının şahitliği meselesi, hem İslâm hukukunun yaşayan yönünü hem de adaletin evrensel ölçüsünü yeniden düşünmek açısından kaçınılmaz bir tartışma alanı hâline gelmiştir.
2. Bağlamı Nas Sanmak Dinin Ruhunu Daraltır.
Kur’an, tarihin belli bir dönemine değil, adalet ilkesine konuşur. Ancak asırlardır bazı naslar, indiği dönemin toplumsal bağlamından koparılarak mutlak hüküm gibi algılanmıştır. Bu tutum, dinin evrensel ilkelerini korumak yerine, onları şekle hapseden bir dindarlık biçimi doğurmuştur.
3. Kur’an’daki Şahitlik Ayeti ve Sosyo-Kültürel Temel
Bakara 282. âyette borç işlemleri için “bir erkek ve iki kadın” şahitlik tavsiyesi yer alır. Bu düzenleme, dönemin toplumsal yapısına uygundu; zira Medine’de ticari faaliyetlerde erkekler hâkimdi, kadınların yazılı belge ve borç işlemleriyle ilişkisi sınırlıydı. Bu yüzden iki kadının birlikte şahitliği, adaleti koruma tedbiri olarak konuldu (Bakara 2/282).“Her ne kadar Bakara sûresinde bedevî erkeklerden iki şahit istenmesine dair bir ifade bulunmasa da, bazı rivayetlerde ve klasik tefsirlerde, bu uygulamanın dönemin sosyo-kültürel şartlarına dayandığı, bedevîlerin de güvenilirlik bakımından çift şahitliğe tâbi tutuldukları zikredilmektedir. ”Bu, Kur’an’ın şahitlikte cinsiyet değil, güvenilirlik ve bilgi düzeyini esas aldığını gösterir. O dönemin bedevî erkekleri de şehirli tüccarlar kadar belge düzenine hâkim olmadıkları için iki şahit şartı getirilmiştir. Demek ki mesele “kadın olmak” değil, şahitliğin güvenilirliğini artırmaktır (el-Taberî, Câmiʿu’l-Beyân, c. 3, s. 82).
4. Sosyo-Kültürel Hükmü Nihai Nas Sanmanın Sonuçları
Zamanla bu tarihsel tedbir, mutlak dinî yasa olarak algılandı.
Kadının şahitliği “yarım”, erkeğin “tam” sayıldı; hatta bu fark, kadın-erkek değer hiyerarşisi gibi yorumlandı. Oysa bu, Kur’an’ın maksadına aykırıdır (el-Karadâvî, 2004, s. 88).Bu yanlış okuma, yalnız kadın-erkek ilişkisini değil, İslâm hukukunun dinamizmini de zayıflattı. Tıpkı deveyle yolculuk yapılan bir dönemin hükümlerini otomobil çağında uygulamakta ısrar etmek gibidir. Amaç yolculuk yapmak, güvenli ulaşım sağlamaktır; deve sadece o çağın aracıdır. Usûlcülerin de dediği gibi, “vasıtalar değişir, maksat değişmez” (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 9).
5. Peygamber ve Hz. Ömer Örneği: Şekil Değil, Maksat
Hz. Peygamber Medine’de yolların yedi zira (yaklaşık 5 m) geniş tutulmasını emretmişti. Hz. Ömer, şehir büyüyünce bu ölçüyü on zira (yaklaşık 7 m) olarak değiştirdi (Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 62). Hiç kimse “din bozuldu” demedi; çünkü maksat ölçü değil, kamu düzeni ve adaletin sağlanmasıydı (İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 230).Bugün “iki kadına bir erkek” oranını mutlaklaştırmak, Hz. Ömer’in şehir planını bugünün metropollerine taşımak kadar maksattan kopuktur. Dinin amacı adaleti korumaktır, şekli değil.
6. Uluslararası İslâm Fıkıh Akademisi’nin Yaklaşımı
Uluslararası İslâm Fıkıh Akademisi (IIFA) 1988 Cidde oturumunda aldığı kararda şöyle der: “Kur’an’daki iki kadın bir erkek düzenlemesi, cinsiyet farklılığına dayalı mutlak hüküm değildir. Şahitliğin geçerliliği bilgi, doğruluk ve güvenilirliğe dayanır.” (Resolutions and Recommendations of the IIFA, 7th Session, Jeddah 1988).Bu karar, İslâm hukukunda makâsıd (el-ahkâmın amaçları) metodunun canlılığını gösterir. Yani naslar, değişen şartlara rağmen adaletin aracıdır; donmuş metinler değil, adalet için yaşayan ilkelerdir.
7. Bağlam–İlke Ayrımı: Sabite, Maslahat ve Uygulama
İslâm hukukunda üç düzey vardır:
- Sabite: Değişmez ilkeler – adalet, emanet, doğruluk.
- Maslahat: Bu ilkelerin korunması için araçlar – zamanla değişebilir.
- Uygulama: Araçların o döneme uygun biçimi.
“İki kadına bir erkek” hükmü üçüncü düzeydedir; araçtır, ilke değildir.
Amaç adalettir; bağlam değişince araç da değişir (Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, 302).
8. Kur’an’ın Evrensel Mesajı: Adaletin Cinsiyeti Olmaz
Kadının sözü eksik değildir; eksik olan, Kur’an’ın maksadını eksik anlamaktır.
Kadının şahitliği değersizliğin değil, o dönemin sosyal yapısının göstergesidir.
Bugün aynı yapı yoksa, hükmün uygulama biçimi de farklılaşabilir. Tıpkı bedevî erkeklerden iki şahit istenmesinde olduğu gibi, esas olan şahitliğin güvenilirliğidir; adaleti teminat altına almak Kur’an’ın nihai gayesidir. Bu nedenle Ed-Düvelî’nin yaklaşımı, Kur’an’ı her çağda yeniden anlamanın ilmî zeminini oluşturur.
9. Sonuç: Adaleti Şekille Değil, Amaçla Korumak
İslâm dünyasının bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey, nasları tarihsel bağlamında okuyabilen, ancak evrensel adalet gayesini her dönemde diri tutabilen yeni bir usûl bilincidir. Peygamber’in çağında “iki kadın bir erkek” şahitlik, adaletin sağlanmasına hizmet eden bir yoldu; bugün ise adaletin yolları çoğalmış, imkânları genişlemiştir. Dolayısıyla artık “yolu değil, yönü” korumak gerekmektedir. Kıblemiz adalet ise, araçlarımız değişebilir.
Esasen bütün mesele, Kur’an’ı metodolojik bir perspektif içerisinde anlayamamakta düğümlenmektedir. Araç ile amaç arasındaki ontolojik ayrım net biçimde kurulamadığında, zamanla araçlar kutsallaştırılır ve amaçların yerini alır. Bu durum, fıkhın ve düşüncenin en sinsi sapma biçimlerinden biri olan modern putçuluğu doğurur; zahirî şekli koruma gayreti, ruhun kaybına dönüşür. Bu sebeple, İslâm düşüncesinde gerçek bir diriliş; değişen ile değişmeyenin sınırlarını yeniden ve ilmî bir usûlle tayin etmekle mümkündür. Değişmeyen, adaletin ilkesidir; değişen, bu ilkenin zaman ve mekâna uygun tezahür biçimleridir. Zira adalet, biçimlerin içinde değil, maksadın idrakinde hayat bulur.
Prof. Dr. Hadi Sağlam - Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı Başkanı