Aklın sürümü düştü: Müslüman zihnin yazılım hatası

Bazı bilginler, nassın zannî alanında vardıkları sonucu Allah ve Resûl’ün hükmü gibi sunmuşlardır. Bu tavır, insan aklını ilahlaştıran bir hastalığın ürünüdür.

Abone Ol

AKLIN SÜRÜMÜ DÜŞTÜ: MÜSLÜMAN ZİHNİN YAZILIM HATASI

1. Kavramlar Üzerinden Açılan Cepheler

Dünden bugüne “İslâm”,din”,şeriat” ve “hukuk” kavramlarına aynı anlamı yükleyenler olduğu gibi, bu kavramları birbirinden tamamen ayıranlar da olmuştur. Bu farklılık, Müslümanların tarihsel ayrışmasının temel dinamiği olarak görülmüştür. Oysa her kavramın kesiştiği noktalar olduğu kadar, ayrıldığı yönler de vardır. Tıpkı matematikteki kümeler problemi gibi… Bu kesişimi kavrayabilmek, sıradan bir iman değil, derin bir akıl çapı ister. Ne var ki tarih boyunca nasları miyop ya da hipermetrop okuyanlar hep olmuştur. Kimi nasları kelimeye hapsederken, kimisi anlam ufkunu aşırı genişletmiştir. Bu iki okuma tarzı arasında kalan Müslüman akıl, ya donuklaşmış ya da sınırlarını kaybetmiştir.

2. Akıl Çapını Kutsayanlar ve Taklit Zinciri

Bazı bilginler, nassın zannî alanında vardıkları sonucu Allah ve Resûl’ün hükmü gibi sunmuşlardır. Bu tavır, insan aklını ilahlaştıran bir hastalığın ürünüdür. Öyle ki, “Ben bu ayetten böyle anlıyorum ama en doğrusunu Allah bilir” diyen ilim ehlinin tevazu edebi kaybolmuştur. Bugün ne yazık ki alanında yetkin olmayan pek çok kişi kendini müçtehit zannetmekte, dinî meseleleri popüler gündem malzemesi hâline getirmektedir. Bu durum, yöntem kaybının ve aklın sınır bilmezliğinin göstergesidir. Kur’ân’ın “Hiç düşünmez misiniz?” (Yûnus, 10/3) uyarısı aklı devreye sokmayı emrederken; “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme” (İsrâ, 17/36) ikazı da onu sınırlandırmaktadır.

3. Kavramlar Dövüşü: Lügat Cephanelerinin Savaşı

Tarihte kavramlar, birer “lügat cephanesine dönüştürülmüş; milletlerin istikameti bu kavramlar üzerinden tayin edilmiştir. Kimileri lügatleri kullanarak yön verdi; kimileri o lügatlerin içinde boğuldu. Bugün hâlâ devam eden “kavramlar dövüşü” sadece fikir ayrılığı değil, toplumsal iftirakın temel sebebidir. Toplumsal dildeki bu kavramsal çöküş bir “anlam savaşına” dönüşmüştür. Dinî literatürdeki her kelime sanki yeni bir ideolojik siper hâline getirilmiştir. Halbuki din, ayrıştıran değil birleştiren bir rahmettir.

4. Din Yağmur Gibidir, Şeriat Toprak Gibi

Din, evrensel bir rahmettir. Şeriat ise o rahmetin yere temas ettiği toplumsal formdur. Yağmur sabittir; ancak her toprak yağmuru kendi yapısına göre emer ve farklı ürün verir. Bu yüzden din değişmez ama şeriat değişir. Kur’ân’da farklı ümmetlere farklı şeriatlar verilmesi (Mâide, 5/48) de bu sosyal gerçeğin beyanıdır. Nesih meselesi kimi âlimlerce “ilâhî iradenin değişmesi” olarak anlaşılmışsa da hakikatte bu, toplumun sosyal tekâmülüne paralel bir hukuk evrimidir. İlâhî vahyin sabit ilkeleri değişen zamanlara göre farklı yansımalarla tecelli eder.

5. Yasalar Ölür, Fakat Ruhları Bakidir

Şeriatın ruhu insanın ruhu gibidir: değişmez ve ebedîdir. Ancak yasaların lafzı, tıpkı beden gibi yaşar, eskir ve ölür. Yasalar da insanlar gibidir; ölürler ama ruhları baki kalır. Toplumun ilerlemesini engelleyen, ölmüş yasaları mumyalayıp yürürlükte tutma çabasıdır. Bu nedenle Kur’ân’ın ruhu sabit kalsa da, onun sosyal yorumları sürekli yenilenmek zorundadır. Durağanlık, şeriatın değil, insan aklının problemidir.

6. Din ve Şeriat Arasındaki Hayati Ayrım

Din, Allah’ın bütün insanlığa yönelik evrensel çağrısıdır; iman ve ibadet alanını kapsar. Şeriat ise her dönemin toplumsal ihtiyaçlarına göre şekillenen hukukî düzenlemelerdir. Din alanı sabittir; şeriat alanı değişkendir. İçtihatlar, bu değişken alanda üretilmiş beşerî yorumlardır. Ancak tarih boyunca içtihatlar dinin bizzat kendisiymiş gibi sunulmuş ve kutsallaştırılmıştır. Sonuçta içtihatlar skolastik bir dogmaya dönüşmüş, yeni içtihat düşüncesi neredeyse bidat sayılmıştır. Bu anlayış hem toplumu hem de dini statikleştirmiştir.

7. Aklın Güncellenmesi: İctihadın İhyası ve Kurumsal Zorunluluk

Çağdaş dünyada sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmeler hukuk anlayışını da dönüştürmektedir. Bu değişim, “sosyal gerçeklik yasası” gereği İslâm hukukunda da yeni içtihatları zorunlu kılar. İctihad sadece bir hüküm çıkarma çabası değil; aynı zamanda değişimi adalet ekseninde yönlendirme sanatıdır. Bugün bu görevin başında güçlü bir “üst metodoloji kurulu”na ihtiyaç vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı salt fetva kurumu değil, metodolojik denetim ve içtihat koordinasyonu yapan bir ilim meclisi hâline gelmelidir. Zira tefrikanın önüne geçmenin yolu, kurumsallaşmış ortak akıldan geçmektedir.

8. Sonuç: Kavramları Değil, Ruhlarını Diriltmek

Bugün Müslüman toplumların asıl ihtilafı, “nasıl bir İslâm” sorusunda değil, “hangi akılla İslâm” sorusundadır. Din bir bütündür; fakat onun toplumsal yansımaları zamanın ruhuna göre yeniden yorumlanmalıdır. Aksi hâlde ölü kavramların arasında diriliş arayan bir medeniyet hâline geliriz. Unutulmamalıdır ki din sabittir, şeriat değişkendir. Kurtuluş, geçmişin kalıplarını değil, geçmişin ruhunu bugünün aklıyla buluşturmaktır.