Erzincan merkeze 15 km uzaklıkta bulunan ve merkeze bağlı Binkoç (Cırzını) ve Türkmenoğlu (Dacirek) köylerinin üst kısmında bulunan türbe Sultan Seydi türbesidir.
Bu türbede metfun olduğuna inanılan Sultan Seydi ya da diğer adıyla Aceb Şîr Gazi hakkında farklı rivayetler vardır. Sünni vatandaşlar, Sultan Seydi’nin İslam’ın yayılması ve inkişafı için müritleriyle birlikte 14. Yüzyılda Buhara’dan Erzincan’a gelmiş bir peygamber torunu olduğu inancındadır.
Osmanlı arşiv kayıtları incelendiği vakit 16-17. yüzyılda Binkoç (Cırzını) köyü sınırları içinde Seyyid Aceb Şîr Gazi’nin türbesi için köyün Müslüman halkı buraya hizmetlerinden dolayı avarız hanesine dâhil edilmemiştir. Aynı şekilde bu köyde Seyyid Aceb Şir Gazi’nin soyundan olan ve Kız-ucan Sancağı’nın kadısı Mahmud Efendi’ye ait bir hane bulunmaktaymış ve Mahmud Efendi vergiden muaf imiş. Bunlardan başka Aceb Şîr Gazi’nin dervişleri de burada ikamet ettiklerinden onlar da vergiye dâhil edilmemiştir (Kılıç ve Gül, 2011: 175). Alevi vatandaşlar ise Sultan Seydi’nin Arap değil bir Türk olduğunu; Sitanlılar oymağına mensup olduğunu; Sitan kelimesinin zamanla Seydan şekline dönüştüğünü savunurlar. Sitan oymağına mensup Türklerin, İslam’ı kabulle birlikte kendi isimlerini seyyidliğe adapte ettikleri rivayet edilmiştir. Yani Sultan Seydi, Alevi vatandaşlar tarafından Sitan oymağına mensup bir Türk olarak kabul edilir; seyyidlikle alakası yoktur. Anadolu’nun fethi için canını ve malını feda etmiş Alevi inançlı bir Türk bahadırıdır.
Sultan Seydi hakkındaki en bilindik anlatı, Erzincan’ın savunması esnasındaki hadiseyle ilgilidir. İnanışa göre Sultan Seydi Erzincan’daki tekkesinde pek çok mürid yetiştirmiştir. Aynı zamanda savaşçı bir yiğit olan Sultan Seydi, o dönemde yaşanan bir savaşa müridleriyle birlikte katılır. Çok çetin çarpışmalardan sonra Sultan Seydi’nin başı kesilir ve oracıkta şehit olur. Ancak Sultan Seydi başını koltuğunun altına alır ve düşmanla savaşmaya devam eder. Savaş devam ederken bu hâli bir kadın görür ve hayrete düşerek bu durumun nasıl olduğunu askerlere sormaya başlar. Sırrın açığa çıkmasıyla birlikte Sultan Seydi dizleri üstüne çöker ve kılıcını yere saplayarak oraya yığılır kalır. O ana kadar cenk etmekte olan müridlerin ise her biri bir ardıç ağacına dönüşür. Türbenin etrafındaki sayısız ardıç ağacının bu askerler olduğu söylenir. Bu hadisenin üzerinden uzun yıllar geçer. Erzincanlılar Fırat Nehri üzerine bir köprü inşa etmek için Sultan Seydi’nin türbesinin etrafındaki ardıç ağaçlarını keser. Köprü inşaatı bittiği günün gecesinde Sultan Seydi kabrinden kalkarak köprüyü dağıtır. Olaya şahit olan bir kişiye kendini tanıtan Sultan Seydi, o civardaki ardıç ağaçlarının asla kesilmemesi hususunda ikazda bulunur. O günden sonra kimse o civardaki ardıçlara dokunmaz.
Sultan Seydi’nin türbesinin bulunduğu tepenin etrafında bugün yaylalar kurulmakta ve yaylacılık yapılmaktadır. Bu civarda kaybolan yayla hayvanlarının sağ salim bulunması adına Sultan Seydi’den himmet istenirmiş. Kaybolan bu hayvanlar Sultan Seydi’nin himmetiyle sağ salim bulunurmuş. Vahşi hayvanlar, o civarda kaybolan koyun kuzuya ilişmezmiş. Geçmişte pek çok kişinin hayvanları bu şekilde muhafaza olmuş (KK-10).
Sultan Seydi’nin türbesine giderek dua edenlerin ve türbenin içinde dinlenen ya da uyuyanların hastalıklarının geçtiğine inanılır. Yeter ki samimi olunsun ve şifa bulunacağına kanaat getirilsin. Aslen Erzincanlı olan ve İzmir’de yaşayan bir kadın, göğüs kanseri tedavisi gördüğünü ancak tam olarak şifa bulmasının, gelip buraya niyazda bulunmasıyla mümkün olduğunu anlatmıştır.
Gece türbenin olduğu dağda kalmak icab ederse en güvenli yerin Sultan Seydi’nin huzurunda bulunmak olduğu söylenir. Sultan Seydi, kendisine sığınan acizleri mutlaka muhafaza edermiş. Oraya sığınan kişi, başına bir iş gelmeden güvenle sabaha çıkarmış.
Sultan Seydi’yi rüyasında gördüğünü anlatanlar da vardır. Huriye Efe rüyasını; “Yeni evlenmiştim. O zamanlar evimiz Brastik’te (Çatalören) idi. Gece bir rüya gördüm. Rüyamda ardıçların oradaki çeşmenin yanında davar otarıyordum. O mübarek, mezarının olduğu yerden kalktı. Sanki bir dağ gibiydi. Yeşil cübbesi ve sarığı vardı, nur yüzlü biriydi. Heybetinden korkup saklandım. Birkaç adımda aşağı ovaya indi, oraları dolandı, sonra tekrar Munzur’a doğru çıkıp dağı aştı ve kayboldu. Çok heybetliydi, öyle nurluydu ki yüzüne bakılamıyordu.” şeklinde anlatmıştır.