Harfleri kabuğunda tutsak edilen adalet

İslâm hukukunun bugünkü bunalımı, metnin azalmasından değil; metnin kabuğa dönüştürülmesinden, hakikatin gölgede bırakılmasından, lafızların kabuğunda adaletin nefessiz bırakılmasından kaynaklanmaktadır

Abone Ol

HARFLERİ KABUĞUNDA TUTSAK EDİLEN ADALET

Hukuk, lafzın kabuğu ile mananın ruhu arasında kurulan o ince terazide yaşar; şekil uğruna adalet kurban edilirse adaletin isyanı arşı titretir, zira kanun sözüyle değil sözü ve özüyle hükmeder, hukukçunun sanatı da harfte kaybolmadan hakikate ulaşabilen o melekeyi kuşanmaktır.

Hukukun çöküşü çoğu zaman dışarıdan değil, içeriden, yani kavramların ruhunu kaybettiği yerden başlar. Çünkü her hukuki düzen, kabuk (القشر) ile öz (اللبّ), lafız (اللفظ) ile mana (المعنى), şekil (الهيئة) ile maksat (المقصد) arasında kurulan ince bir terazide yaşar. Bu terazi bozulduğunda, kabuk özün yerine geçer, lafız mananın ufkunu karartır, şekil maksadı boğar; böylece hüküm yürür ama adalet susar. İşte adaletin lafızların kabuğunda tutsak edilmesi, hukuk tarihinin en sinsi ve en yıkıcı kırılma noktasıdır.

İslâm hukukunda اللفظ, hükmün taşıyıcısıdır; fakat hükmün varlık nedeni olan المعنى’dan koparıldığında, hakikatin üzerini örten bir kabuğa dönüşür. Şâtıbî’nin “المقاصدُ روحُ الشريعة” (el-Muvâfakat, II/276) sözü, şeriatin ruhunun lafızda değil maksatta bulunduğunu bildirir. Gazâlî’nin “صِحَّةُ اللفظ لا تُوجِبُ صِحَّةَ الحكم” (el-Mustasfâ, I/17) uyarısı ise lafızcılığın hükmü dışarıdan parlatıp içerden çürütme riskini haber verir. Çünkü lafız, muradı görünür kılmak içinken, tarih içinde muradın yerini almaya başlamış; böylece metin tahakküm kurmuş, maksat sessizleşmiş, adalet kabuğun içinde kaybolmuştur.Bu çalışma, lafzın kabuklaştığı, mananın daraldığı, şeklin saltanat kurduğu, maksadın görünmezleştiği; hükmün zahiren çalıştığı fakat adaletin içeriden öldüğü o büyük epistemik ve ahlâkî kırılmayı yeniden inşa etmektedir. Aşağıdaki başlıklar, adaletin neden lafızlara mahkûm edildiğini, metnin nasıl hakikati bastırdığını, usûlün terazi ilkesinin nasıl çöktüğünü, ve adaletin yeniden nasıl diriltilebileceğini ortaya koymaktadır.

1. Lafzın Hakikate Hükmettiği An: Adaletin Metin Kıskacında Can Vermesi

İslâm hukukunda “اللفظ” hükmün kabuğu, “المعنى” hükmün ruhudur. Ancak kabuk ruhun önüne geçirildiğinde hüküm ayakta kalsa bile adalet ölür. Şâtıbî’nin “إذا ضاع المقصد ضاع الحكم” (el-Muvâfakat, II/302) ifadesi, maksadın kaybolduğu ortamda hükmün içinin nasıl boşaldığını ortaya koyar. Gazâlî’nin “إذا رُفع العدل صار اللفظُ آلةً للظلم” (el-Mustasfâ, I/17) uyarısı ise lafzın adalet karşısında nasıl bir perdeye dönüştüğünü gösterir.“الظَّاهِرِيَّة” çizgisi, “الدلالة” nın “دلالة الإشارة”, “دلالة الاقتضاء”, “دلالة المفهوم” gibi derin katmanlarını susturarak lafzı kabuğa, hükmü şekle, adaleti gölgeye indirger. Böylece hüküm teknik olarak çalışır; fakat hakikate temas edemez. Edebî hakikat şudur: Harf yürür ama hakikat düşer; lafız parlar ama adalet söner.Çünkü lafzın kabuğu büyüdüğünde mananın nefesi kesilir.

2. Metnin Diktası, Aklın Sükûtu: Delâlet Hapishanesinde Mahkûm Olan Adalet

“الدلالة”, lafzın anlamla kurduğu bağdır. Fakat delâlet yalnız zahire indirgenirse metin bir diktatöre dönüşür, akıl ise susturulmuş bir seyirci hâline gelir. Şâtıbî’nin “إذا صارت الدلالةُ قشرًا ضاع لبُّ الشريعة” (el-Muvâfakat, II/289) uyarısı, kabuğun özün yerini aldığı yerde hukukun nasıl özsüzleştiğini anlatır. Mâturîdî’nin “من أسقط العقل أسقط فهم النصّ” (Te’vilât, I/112) sözü ise aklın devre dışı bırakılmasının nassın kapısını kapattığını, hükmü karanlığa mahkûm ettiğini bildirir.Bu daralma yalnız “الظَّاهِرِيَّة” çizgisinin değil, modern hukukta biçimci pozitivizmin de ortak sapmasıdır. Kanunun şekline kör sadakat, normun ruhunu boğar; hüküm yürür, fakat adalet sürgün edilir. Teleolojik yorumun modern sistemlerde bile zorunlu hâle gelmesi bu sebeptendir.“دلالة” daraldığında metin duvara dönüşür; hikmet o duvara çarpar, akıl kırılır; geriye çalışan bir mekanizma ve ölü bir adalet kalır.

3. Harflerin Kutsallaştığı Yerde İnsan Değersizleşir: Lafızcılığın Ürettiği Sessiz Zulüm

Lafız kutsallaştırıldığında insan gölgelenir. Şâtıbî’nin “حِفْظُ الألفاظِ مَعَ تَرْكِ المقاصدِ ظُلْمٌ صَامِتٌ” (el-Muvâfakat, II/302) ifadesi, lafızcılığın görünmeyen fakat en yıkıcı zulmünü tarif eder. Çünkü الألفاظkorunur fakat المقاصدkaybolur; şekil yüceltilir fakat insan silinir. Gazâlî’nin “المقصودُ صيانةُ الإنسان” (el-Mustasfâ, I/19) uyarısı, hükmün merkezine insanın yerleştirilmesi gerektiğini bildirir.Lafız parlayabilir; fakat hakikat sönebilir. Şekil korunabilir; fakat adalet kırılabilir. Metnin doğru görünmesi, hükmün doğru olduğu anlamına gelmez; çünkü kabuk görkemli olsa bile öz çürüyebilir. Edebî hakikat: Harf kutsandığında insan unutulur; metin yücelir fakat adalet gömülür.

4. Şeklin Saltanatı, Özün İntiharı: Normun Gayesini Yitirdiği Kavşak

Hukukun gayesi “المقاصد” tır; metnin şekli ise “الهيئة” dir. Ancak tarih boyunca pek çok dönemde şekil maksadın önüne geçmiş, böylece hukuk kendi kendisinin karikatürüne dönüşmüştür. Şâtıbî’nin “الحُكمُ بلا مقصدٍ جَسَدٌ بلا روح” (el-Muvâfakat, II/276) hükmü, maksadsız hükmün beden sahibi olup ruhsuz bir cesede dönüştüğünü çarpıcı bir berraklıkla ifade eder. Çünkü hüküm yalnızca uygulanacak bir form değil; gerçekleştirmesi gereken bir anlamdır, bir hakikattir.Bu sapma sadece klasik literalizme özgü değildir; modern formalist pozitivizm de aynı kısırlığı üretir. Normun “şeklen” doğru olması, ratio legis kaybolduğunda hiçbir değer taşımaz. Bu yüzden çağdaş hukuk sistemleri, kanunun sözü ile beraber özünü de zorunlu yorum unsuru kabul ederek teleolojik yoruma başvurur. Çünkü metin kabuğuna kapandığında hüküm yürür, fakat hakikat yürüyemez; şekil korunur, fakat adalet kaybolur.Edebî hakikat şudur:
Şeklin saltanatı özün intiharıdır; kabuk ayakta durur ama çekirdek çürür; metin sürer ama ruh gömülür.

5. Doğru Lafız – Yanlış Hüküm: Hukukta Zahirî Doğruluğun Ürettiği Batınî Adaletsizlik

İslâm hukukunun en derin paradokslarından biri, “اللفظ” in doğru görünmesine rağmen “الحُكم” ün yanlış çıkmasıdır. Gazâlî’nin “صِحَّةُ اللفظ لا تُوجِبُ صِحَّةَ الحُكم” (el-Mustasfâ, I/17) ikazı, lafzın doğruluğunun hükmün doğruluğunu garanti etmediğini gösterir. Şâtıbî’nin “الظَّاهِرُ قد يُوهِمُ الحَقَّ وهو باطِل” (el-Muvâfakat, II/280) uyarısı ise zâhirin çoğu zaman hakikatin üzerini örten parlak bir yanılsama olduğunu bildirir.“الظَّاهِرِيَّة” yaklaşımı, lafzın teknik doğruluğunu adaletin gerçek boyutu sanarak hükmü kabuğa indirger. Böylece şeklen kusursuz ama ruhen çarpık hükümler üretilir. Bu nedenle usûl büyük bir ilke koymuştur: “الحُكمُ يَدُورُ مَعَ المَصْلَحَةِ وُجُودًا وَعَدَمًا”.Maslahat kaybolduğunda lafız, adaletin taşıyıcısı değil, cellâdı hâline gelir.Edebî hakikat şu sade cümlede toplanır: Bazen harfler kusursuz dizilir, fakat hakikat yanlış yere düşer.

6. Mana Susunca Hüküm Körleşir: Zannın ve Şeklin Dar Koridorunda Sıkışan Adalet

Hükmün ruhunu taşıyan “المعنى” sustuğunda hüküm körleşir. Mâturîdî’nin “فَهْمُ النصِّ بفَهْمِ المراد” (Te’vîlât, I/88) sözü, metni anlamanın harflerin değil muradın ufkunda mümkün olduğunu ifade eder. Şâtıbî’nin “إذا غاب المعنى بقي الحكمُ ظاهرًا لا حقيقةً” (el-Muvâfakat, II/285) tespiti, manadan kopuk hükmün zâhirde diri görünse bile hakikatte ölü olduğunu bildirir.Zannın mutlaklaştırılması da hükmü karanlığa sürükler. Nitekim Mâturîdî, “إِذَا حُكِمَ بِالظَّنِّ سَكَتَ العَقْلُ” (Te’vîلât, I/119) diyerek zannın hâkim olduğu yerde aklın sükût ettiğini, hükmün rastlantıya, adaletin ise belirsiz bir karanlığa mahkûm olduğunu belirtir. Zan ile şeklin birleştiği noktada hüküm yürür ama yönünü kaybeder; adalet yürür ama hedefine ulaşamaz.Edebî hakikat şudur:
Mana ölürse hüküm görmez; şekil büyürse adalet silinir.

7. Metnin Sadakati, Maksadın İhaneti: Hukukun Aracılardan Kopup Amaçsızlaşması

Hukukun amacı “المقاصد”, metin ise “النصّ” o amaca giden yoldur. Ne var ki tarih boyunca bazı dönemlerde yol amaç hâline getirilmiş, metne aşırı bağlılık adına maksada ihanet edilmiştir. Şâtıbî’nin “إذا فُقِدَ المقصدُ صار الحكمُ صُورَةً بلا رُوح” (el-Muvâfakat, II/270) sözü, maksadı kaybolmuş bir hükmün sadece bir kabuğa dönüştüğünü gösterir. Gazâlî’nin “صِحَّةُ الحُكمِ بِوُجودِ المقصد” (el-Mustasfâ, I/21) cümlesi ise maksadın hükmün ontolojik şartı olduğunu ilan eder.Metnin şekline kör bağlılık hukuku ritüelleştirir; hüküm işler ama hakikat üretemez. Modern formalizmin krizi de aynıdır: şekil canlıdır, ruh ölüdür; form yürür, adalet gömülüdür. Edebî hakikat net ve keskindir:Metne sadakat maksada ihanet ettiğinde hukuk bir törene dönüşür; tören sürer fakat hakikat gömülür.

8. Biçimin Tarafsızlığı Bir Maskedir: Şekilsel Nesnelliğin Gizlediği Adalet Kaybı

Hukuk düzeninde “الهيئة”, çoğu zaman tarafsızlık görünümü taşıyan ince bir maskedir. Şâtıbî’nin “اللفظُ يَعدِلُ في الظاهر، لكنه قد يَظلِمُ في الحقيقة إذا تُرِكَ المقصد” (el-Muvâfakat, II/314) tespiti, şeklin yüzeyde eşitlik sunarken hakikatte nasıl bir adalet kaybı üretebildiğini gösterir. Çünkü şekil yalnız görüneni düzenler; fakat adalet görünmeyenin, yani الحقيقةve المصلحة’nın da korunmasını ister.

Modern hukukta procedural neutrality olarak adlandırılan tarafsızlık iddiası da çoğu zaman benzer bir yanılsamadır: usul eşitliği sağlar, fakat sonuç adaletsiz kalabilir. Gazâlî’nin “العِبرةُ بالثَّمرةِ لا بالصُّورة” (el-Mustasfâ, I/33) uyarısı, hükmün adaletinin şekle göre değil, doğurduğu sonuca göre anlaşılacağını hatırlatır. Şeklin nesnelliğine duyulan aşırı güven, çoğu zaman örtülü haksızlıkların en rahat barındığı alanı oluşturur. Edebî hakikat şudur: Biçimin tarafsızlığı, çoğu zaman adaletin gözlerine çekilen ince bir perdedir; perde beyazdır, fakat arkasında karanlık büyür.

9. Yorum Bir İrade ve Ahlâk Meselesidir: Hükmün Ruhu Harfin Ötesinde Doğar

İslâm hukukunda “التأويل” yalnız teknik bir çıkarım değil, aynı zamanda ahlâkî bir emanet ve irade meselesidir. Gazâlî’nin “المُجتهدُ أَمِينٌ على الحُكم” (el-Mustasفâ, I/26) sözü, müçtehidin yalnız delilleri değil, delillerin taşıdığı adalet yükünü de omuzladığını gösterir. Mâturîdî’nin “فهمُ المَرادِ أصلٌ لِفهمِ النصّ” (Te’vîlât, I/88) ifadesi, metni anlamanın harflerin sınırlı geometrisiyle değil, muradın geniş ufkuyla mümkün olduğunu bildirir.Yorumcunun niyeti “النية”, hükmün ruhunu belirleyen asli unsurdur. Niyet çarpıldığında hüküm çarpılır; şekil doğru olsa bile hakikat yanlış çıkar. Bu nedenle yorum yalnızca bir akıl yürütme tekniği değil; adalet karşısında bir sorumluluk, bir ahlâkî duruştur. Edebî ve usûlî hakikat şudur: Harfler hükmün bedenidir; fakat hükmün ruhu, yorumu yapan iradenin ahlâkında doğar.Ahlâk ölürse hüküm yaşasa bile adalet ölüdür.

10. Hukukun Ruhu Gömülünce Toplum Hafızasını Yitirir: Maksatsız Yorumun Açtığı Medeniyet Çöküntüsü

Hukukun ruhu “المقاصد”tır. Bu ruh gömüldüğünde hukuk işlemeye devam eder, fakat toplumun adalet hafızası silinir. Şâtıbî’nin “الشريعةُ كُلُّها مَصلحة” (el-Muvâfakat, II/8) tespiti, şeriatin canlılığının maslahatı gerçekleştirme kabiliyetinde olduğunu ortaya koyar. Gazâlî’nin “إذا فُقدت المصلحةُ فُقدت العدالة” (el-Mustasfâ, I/17) uyarısı ise maksadın kaybolmasıyla adaletin de kaybolduğunu bildirir.Maksadsız hukuk, yönsüz bir toplum üretir. Kanunlar işler, fakat الحقيقةölür; hüküm yürür, fakat adalet toprağa gömülür; normlar uygulanır, fakat medeniyet içeriden çürür. Çünkü hukuk yalnızca düzenin değil, hafızanın da taşıyıcısıdır. Ruh kaybolduğunda toplum yürür, ama nereye yürüdüğünü bilemez.Edebî hakikat nettir:
Hukukun ruhu gömülünce toplum yürür fakat yönünü kaybeder; düzen işler fakat adalet gömülür; metin kalır fakat medeniyet söner.

SONUÇ. Bu üç bölüm göstermektedir ki İslâm hukukunun bugünkü bunalımı, metnin azalmasından değil; metnin kabuğa dönüştürülmesinden, hakikatin gölgede bırakılmasından, lafızların kabuğunda adaletin nefessiz bırakılmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü “اللفظ” büyüdükçe “المعنى” ezilmiş; şekil öne geçtikçe “المقاصد” unutulmuş; “الدلالة” daralmış, “التأويل” teknikleşmiş, “الأخلاق” geri çekilmiş; hüküm yürümüş fakat adalet ölmüştür. Hakikat şudur: Hukuku yaşatan lafız değil manadır; şekil değil maksattır; kabuk değil ruhtur.Adalet, metnin geometrisinden değil, maksadın ufkundan doğar. Lafız kabuklaştığında ruh ölür; ruh öldüğünde hukuk çökmez gibi görünür, fakat adaletin ve medeniyetin temelleri sessizce çöker.Son cümle bütün metnin kalbidir:“إذا ماتت المقاصد مات العدل، وإذا مات العدل ماتت الحضارة.”Maksad öldüğünde adalet ölür; adalet öldüğünde medeniyet ölür.