İç ve dış sömürünün ahlaki anatomisi: Riba döngüsü

Riba döngüsünün ilk halkası içeridedir. Vergi adaletsizliği, yüksek faizli kredi sistemleri, gelir dağılımındaki uçurum, emeğin değersizleştirilmesi…

Abone Ol

RİBA DÖNGÜSÜNE KARŞI TEVHİT: İÇ VE DIŞ SÖMÜRÜNÜN AHLAKİ ANATOMİSİ

Tarihten günümüze riba savaşı, insanlık tarihinin en uzun ve yıpratıcı mücadelesi olmuştur. Bu savaş, yalnızca bir ekonomik düzenin değil, aynı zamanda bir ahlak ve adalet mücadelesinin tarihidir. İç sömürüde güçlüler kendi halkını; dış sömürüde ise büyük devletler zayıf toplumları köleleştirmiştir. Riba, çağlar boyunca farklı biçimlerde sürmüş ama özü hep aynı kalmıştır: insanın insana tahakkümü. Bunun tek ilacı, vahyin yeryüzüne peygamber aracılığıyla müdahalesidir. İlâhî mesaj, tarihte ilk kez bu haksız kazanç ve sömürü düzenine karşı hukuki ve ahlaki bir devrim başlatmıştır. Kur’an’da riba, sadece mali bir işlem olarak değil, toplumsal fesadın kaynağı olarak tanımlanmış; Allah ve Resulü’ne karşı savaş açmakla eşdeğer görülmüştür (Bakara, 2/279). Bu nedenle İslâm, iç ve dış sömürüyü yalnız ahlaki değil, hukuki bir yasak (şeriat) hâline getirmiştir. Vahyin hedefi, sömürüyü yasaklayarak insanlık onurunu, emek değerini ve adalet ilkesini korumaktır.

1. İç Sömürü: Devletlerin Kendi Halkını Sömürmesi

Riba döngüsünün ilk halkası içeridedir. Vergi adaletsizliği, yüksek faizli kredi sistemleri, gelir dağılımındaki uçurum, emeğin değersizleştirilmesi… Bütün bunlar halkın emeğini görünmez bir şekilde merkeze taşır. Güçlü gruplar daha zenginleşir, halk ise borçla yaşar.
Bu, modern çağın içsel ribasıdır; yani devletlerin kendi milletini dolaylı yoldan sömürmesidir. Klasik fıkıhta tüm mezhepler, haksız kazanç sağlayan her türlü “fazlalığı” (ziyâde) riba kapsamına dâhil etmiştir (İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 22; Serahsî, el-Mebsût, XIV, 38).
Hanefî fakihleri riba’yı “karşılıksız menfaat” olarak tanımlarken; Şâfiîler “adil ölçüye aykırı fazlalık” olarak nitelendirmiştir. Bu açıdan modern devletlerin kamu borçlanması, vergi politikası veya finansal düzenlemeleri de, bireyin emeği üzerinde haksız menfaat üretiyorsa riba hükmüne yaklaşır.

2. Dış Sömürü: Güçlü Devletlerin Zayıf Devletleri Sömürmesi

Uluslararası düzlemde riba, küresel sömürü şeklinde işler. Faiz merkezli finans kuruluşları, borçlandırılmış ülkeleri “yardım” adı altında bağımlı kılar. Doğal kaynaklar, ucuz iş gücü ve stratejik bağımlılıklar üzerinden bir modern kölelik düzeni kurulmuştur. Bu, günümüz dünyasında “medeniyet” maskesi altında işleyen küresel ribadır.
İslâm Fıkıh Akademisi’nin 2003 Kuala Lumpur oturumunda da vurgulandığı üzere, uluslararası faizli borç sistemleri sadece ekonomik değil, siyasi bağımlılık üretmektedir (IIFA, Karar No. 140 [15/7]). Bu tespit, “faizin küresel bir sömürü aracına dönüştüğü” gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Modern iktisatçılardan M. Umer Chapra, bu durumu şöyle özetler:“Faiz, sadece ekonomik bir işlem değil, zayıfın güçlüye teslimiyetini kalıcılaştıran bir yapısal şiddettir.” (Islam and the Economic Challenge, 1992)

3. Riba Döngüsünün Ahlaki Çözümü: Tevhit

Bu sömürü düzeninin tek çözümü, İslâm’ın temel inancı olan tevhit ilkesine dönmektir. Tevhit, yalnızca “Allah birdir” demek değildir; aynı zamanda insanların eşit haklara sahip olduğu bir adalet anlayışıdır. Tevhit; farklılıkların değil, hakların birliğini temsil eder. Gerçek tevhid, kimsenin kimse üzerinde tahakküm kuramadığı, her insanın onur ve imkân bakımından eşit sayıldığı bir düzeni hedefler.
İslâm Fıkıh Akademisi’nin 2012 Kuveyt oturumunda kabul edilen “Adalet ve İnsan Hakları” bildirgesinde de, tevhidin toplumsal yansıması olarak “eşitlik, emaneti ehline vermek ve zulmü reddetmek” ilkeleri vurgulanmıştır (IIFA, Resolution No. 203 [21/2]). Bu, tevhidin yalnızca teolojik değil, aynı zamanda hukuki ve iktisadi bir ilkeler bütünü olduğunun en açık ifadesidir.

4. Doğuştan ve Sonradan Kazanılan Haklar

Adaletin tesisi için önce hakların kaynağını doğru tanımlamak gerekir.
İslâm düşüncesinde iki tür hak vardır:
1. Doğuştan kazanılmış haklar: İnsan olmanın doğasından gelen, kimsenin ihsanı olmayan haklardır. Bunlar yaşama, inanma, düşünme, barınma ve onurlu yaşama haklarıdır. Bu haklarda hiçbir kimsenin ayrıcalığı yoktur.
2. Sonradan kazanılan haklar: Toplumsal sözleşme, emek, liyakat veya hizmet sonucu elde edilen haklardır. Bu haklarda ise adaletin ölçüsü emanet ve ehliyet ilkesidir.

Doğuştan haklarda eşitlik, sonradan haklarda adalet esastır. Bir toplum bu iki dengeyi kuramadığında, riba yeniden doğar; biri diğerinin hakkını yemeye başlar. İbn Âşûr, adaleti “hakların tevazun içinde dağılımı” olarak tanımlar (Maqâsidü’ş-Şerîa, s. 214) işte tevhit, bu tevazunu sağlayan ilkedir.

Sonuç: Toplumların iç ve dış sömürüsü aslında modern riba döngüsüdür. Bu döngüyü kırmanın yolu, yeni ekonomik modeller üretmekten önce imanî bir bilinç inşasıdır. Çünkü riba sistemini üreten sadece faiz oranları değil, Allah’tan bağımsız insan merkezli hırs düzenidir. Tevhit ise bu hırsı sınırlayan, hakikati ve hakkaniyeti merkeze alan bir özgürleşme çağrısıdır. “Gerçek kurtuluş, sömürüyü ortadan kaldıran bir inançla mümkündür. Zira tevhid, insanın insana kul olmamasının adıdır; riba ise insanın insana ilahlık taslamasıdır.” Saygılarımla.