İnsanın kimlik inşası nedir? En iyi Müslüman kimdir?

İslam’ın tevhit ilkesi, fakir ve zengin arasında da tevhidi bir dengenin kurulmasını amaçlamıştır.

 İNSANOĞLUNUN BARIŞ CEPHANESİ, TEVHİDDİR.

 İslam’ın tevhit ilkesi, fakir ve zengin arasında da tevhidi bir dengenin kurulmasını amaçlamıştır. Fakirlik ister iradi olsun, isterse de gayri iradi olsun, en büyük tehlike kabul edilmiştir. İnsanoğlunun en büyük düşmanı fakirlik olarak görülmüştür. Fakirlikle mücadele, cehaletle mücadeleden daha büyük problemler getirmiştir. Bunun için Hz. Peygamber (sav)’in, fakirlik tehlikesinin, küfre en yakın nokta olduğunu ifade etmiştir. Yine Hz. Peygamber (sav), fakirlikten Allah’a sığınmıştır.  Öyle ki tarihten günümüze fakirleştirilen toplumların yönetimi daha da kolay olmuştur.

Bilindiği gibi Mekke müşriklerinin zenginleri, kendilerini imtiyazlı kabul ederlerdi. Kendilerinin adeta sınıf atladıklarına inanırlardı. Devlet görevlerinde zengin aşiretlerin nüfusları hâkimdi. Fakirler zenginlerin tavsiyeleri kadar iş ve güç sahibi olurlardı. Zengin aşiret ve kabile reisleri her istedikleri makam ve mevkiye gelebilirlerdi. İslam’ın tevhit ilkesi, zengin ve fakir arasında tevhidi bir denge kurmaya çalışmıştır.Naslara bakıldığında sekiz sınıf tehlikeden bahsetmektedir. Bunların ilki ise fakirlik tehlikesidir. Sosyal güvenliğin teminat verdiği ilk sosyal riskin, fakirlik olduğunu görmekteyiz.

EN İYİ MÜSLÜMAN, İŞİNİ EN DÜZGÜN YAPAN KİMSEDİR

Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir? Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir?

Bu tevhidi ilke, zengin ile fakir arasında hak etmede hiçbir ayrım olmayacağının haykırışıdır. Müslüman insanın üstünlüğü, makam, mevki ve zenginlik gibi sınıfsal ayrıcalıklar değildir. En iyi Müslüman, işini düzgün yapan kimsedir. İşinde dürüst olan ve işini düzgün yapan kişi, en güzel Müslümandır. Bireyler arasına vasıflarla sınıfsal ayrıcalıklar, hiyerarşik dikey yapılanmalar getirilmiş toplumlar, bu ayrıcalık silahıyla adeta  insanlığın tevhidi barışına kurşun sıkmışlardır bilesiniz.

Müslümanın malında fakire hak tain eden bir dinin mensuplarıyız. Bunun için fakirin hakkını zenginin malından alıp fakire teslim edecek bir kurumun varlığı gerekmektedir. Fakirin hakkı olan bu verginin ödenmemesi durumunda, zengin fakirin hakkını gasp etmiş olmaktadır. Tarihte  zekatı verilmeyen malların müsadere edilmiş olduğunu da görmekteyiz. Zenginin malında tain edilen bu hakkın, devlet tarafından alınarak fakire teslim edilmesi zorunludur. Fakirin  bu hakkını zenginin malından   alıp kendisine teslim edecek olan devlettir. Zira devlet, bireylerin haklarının ödenmesi içinkollektif bir organizasyondan ibarettir.

Binaenaleyh sosyal hayatta tevhit ilkesi dejenerasyona uğramışsa, İslam'ın kardeşliğinden söz edilemez. İslam'ın kardeşliği ancak ve ancak tevhidi ilkelerimize riayetle sağlanabilir. Aksi takdirde tevhidi ilkelerimiz yozlaşır, duygusallığın ötesine de geçemeyiz. Müslümanlar bir zaman sonra birbirlerinin yüzüne de bakamaz olurlar. Tanrılarını da farkında olmadan adeta çoğaltmış olurlar. İbadet mabedinde, şirki misafir ederler.  Sonuçta sözde kardeş olsalar da özde kardeş olamazlar. Ayakları baş, başları ayak yaparlar. Hukuk devleti kuramayan toplumların kaderi, gücün üstünlüğüne iman etmeleri ile sonuçlanır.  Bu da tevhit sancağının adeta yerlere düşürülmesi anlamına gelmektedir.  

Öte yandan tevhit teorisi, hukukta birlik yanında halklar arasında da bir eşitlik projesidir. Tevhit sadece Allah’ın birliği ve bir olması değildir. İnsanların da bir ve eşit haklarla doğduklarının güçlü bir sesle haykırışıdır. Dünden bugüne, asırlardır, Müslümanların taklit gecesi, İslam’ın üzerine bir kâbus gibi çökmüştür. Oysa insanlık İslam’ın güneşinin tekrar doğmasını beklemektedirler.

HAKİKİ UYANIŞ

İslam’ın hakiki uyanışı, Kur’an’ı Kerimin ancak yeniden nazil olurmuşçasına, yeni bir okuma biçimiyle mümkün olacağı açıktır. Bu da muhafazakâr Müslümanlar tarafından asırlardır engellenmiştir. Kendi kendilerini sömüren ve yok eden bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Başka düşman aranmasına da imkan bırakılmamıştır. Bugün ötekileştirilen her bir grup kendi savaşını vermektedir. Kur’an’ın pratiğe yansıtılması, Kur’an’ın canlı ve yaşayan bir Kuran okunuşuyla ancak mümkün olabilir.

Kur’an’ın bu yaşayan ve canlı sözü, bugün adeta ölü bir söz haline getirilmiştir. Kur’an adeta ölüler kitabına dönüştürülmüştür. Sadece sevap kazanmak için okunmuş, ibret almak için okunamamıştır. Oysa İslam’ın ilk yıllarından itibaren, Kur’an’da eskileri körü körüne taklit ve teslimiyet yerilmiştir. Bugün problem, kendi benliğimizi kaybetmeksizin çağımızın problemlerine cevap vermek üzere, İslam’ın tekrar uyanışını ve canlılığını nasıl sağlayabiliriz ve İslam’ı pratiğimize nasıl hakim kılabiliriz olmalıdır. Kitabın lafzına sımsıkı sarılsak da kendi çağlarımızın sorunlarını ele alamazsak, adeta İslam’ı mekanik bir ibadete indirgeyip şekilci, lafızcı ve parçacı bir yaklaşımla günümüzün problemlerini çözmemiz çoğu kez mümkün de olamamıştır.

Bu lafızcı, şekilci ve parçacı yaklaşımlarla, Kur’an’a hizmet ettiğimiz iddia edilse de, bizzat Kur’an’dan kaçışın pratik göstergesi olsa gerektir. Oysa içtihat, canlı kalmanın bir nişanesi yanında gerçeği öğrenme mücadelesidir ki, bu da ancak taklit gecesinden kurtulmakla mümkün olacaktır bilesiniz. Öyle ki bu da Kur’an’ın temel ve genel bildirisi olan tevhitten hareketle, bilimcilik ve teknokrasi gibi modern müşriklik ve putperestlikle mücadeleyi yeniden başlatmakla mümkün olacağı da anlaşılmaktadır. Zihinlerini geçmişe kilitlemiş, geleceğe kapatmış birey ve toplumların kıyametleri çoktan kopmuştur. Zira bu birey ve toplumlar emaneti çoktan zayi etmişlerdir.

KÜLTÜR DEVRİMİ GERÇEKLEŞTİRMEK

Tarihteki tevhidin ilkeleri, tarihteki müşrik toplumların kültür devriminin katalizör ruhunu da oluşturmuştur. Bugün klasik içtihatların ve geleneğin, zamanımızın problemlerine cevap vereceğine inanmak, vahim bir hata olsa gerektir. Zira toplumsal yapılar çoktan değişmiştir. Tarih adeta beşerin çocukluk dönemi gibidir. Toplumlarının hep çocuk kalmasını isteyenler halen devam etmektedir.

İnsanlar tarihten bugüne iki taklidin hep kölesi olmuşlardır. Kimi toplumlar Batının taklidi köleliğini devam ettirmek isterlerken; kimi de geçmişin taklit köleliğini halen devam ettirmek istemektedirler. Aşırı muhafazakâr görüş, dini konuların dışında öyle ki toplumsal yapıların değiştirdiği hukuki konularda bile yenilenmeyi bidat saymışlardır. Keza içtihadi konular bile, tartışma konusu yapılacak endişesiyle yeniliklere kuşku ile yaklaşmışlardır. Oysa kendimizi yenilemezsek, yenileceğimizi bilmeliyiz. Böylece İslam dünyasını da bir bataklıktan diğerine sürükleyip perişan etmişlerdir. Aynaya bakınca da  kendilerini değil de başkalarını görmüş ve başkalarını suçlamışlardır.

ZİHİNSEL TEFESSÜH

Yüzyılımızın sorunları ve beklentileri konusunda, İslam kültürüne sımsıkı sarıldığımızı iddia etsek de en büyük hatamız ise mürekkep cehaletin kendimizi esir almış olmasında yatmaktadır. Öyle ki bu mürekkep cehaletimiz farklı görüşleri dinlemeyi bile kapıyı kapatmış, başkalarını dinleme ve iletişim kurmamızın önüne  geçmiştir. Zihinsel tefessüh yaşadığımızdan; namaz da kılmış olsak modern putçuluğa postun serildiğini görmekteyiz. Oysa her muhatabın hayatın her olaylarında ve karşısındakilerden  bir şeyler öğrenme ve iletişim kurulma kapısını açık bırıkılmalıdır.

Bu iletişime engel olan şartlanma ve koşullanma kendimizi hak yolu bulmadan sapıtmış, zihinlerimizi bilgiye kapatmış,  karşısındakiyle diyaloğu kesmiş, bir ışık gördüğünde söndürmeye çalışmıştır. Adeta nefis atına binmiş kamçı sallayan, doğruyu yakalamaktan ziyade hakikate farkında olmadan kurşun sıkan, hakkı aramaktan ziyade kendi beyin çapının, nihai beyin çapı olduğuna inanan, müzakere etmek yerine mücadeleyi seçen ve üstün gelmeye çalışan,  bakışı bulanık kimseler olmaktan Rabbim hepimizi korusun.  ÂMİN.

Bugün muhafazakârlar, topyekûn bir tövbe-i nasûh, zihin guslü ve kalb-i selimle ilim, fen ve ahlak Kâbe’sine teveccüh edip hakiki istikametlerini yeniden bulmak zorundadırlar. Yoksa tefessüh etmiş ahlakları, put misali ego ve ihtirasları; tarihin utanç sayfasındaki yerlerini garantileyecektir bilesiniz. Hani derler ya bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır. Saygılarımla. Prof. Dr. Hadi Sağlam