İslam’a göre sigorta nedir? SGK Caiz mi?

Bilginlerin, taraflara arasında sağladığı yararlar ve karşılıklı yardımlaşmaya dayalı sigortalar dini yönden bir sakınca olmadığı görüşü hâkimdir.

 SİGORTA AKDİNE CEVAZ VEREN BİLGİNLER VE GEREKÇELERİ -2

 Bir önceki yazımda sigorta akdine cevaz veren bilginler ve gerekçelerini ele almıştık. Bu yazımda bir önceki yazımın devamı niteliğindedir.

1 Mayıs günü ne anlama geliyor? Emek sömürüsü nedir? 1 Mayıs günü ne anlama geliyor? Emek sömürüsü nedir?

 ·         Muhammed Yusuf Musa, Taha Senûsî, Abdurrahman İsa, TefikVehbe

Muhammed Yusuf Musa’ya göre, Sigortanın bütün çeşitleri, taraflara, sigortalı ve sigorta edene yarar sağladığı, faiz ile alakalı olmadığı şartı ile ve karşılıklı olarak yardımlaşma esasına dayalı sigorta dini yönden bir sakınca bulunmadığı görüşündedir.

Aynı doğrultuda Taha es-Senûsî, Abdurahman İsada benzer görüşler ileri sürerek Zerka ile birleşmektedirler. Hallâf, Ali Hafif, Senhûri, Mannan, Tevfik Vehbe, Faruk Beşer, Nihat Dalgın gibi bilginler de sigortanın  haram olduğu konusunda hakkında nass bulunmadığını, fâizden uzak olmak kaydıyla câiz olduğunu ifade etmişlerdir.

Bu hususta bilginler, sigortaya caiz derken, sigorta için ya satım sözleşmesi ile kıyaslamış veya bir yardımlaşma olarak değerlendirmişler. Diğer bir kısım sigortayı sözleşme görüp kendi şartları içinde bakılması kanaatindeler.   

Sigorta sözleşmesini câiz gören bilginlerin bazılarını zikrettikten sonra eser ve tebliğlerinden hareketle sigorta - fâiz ilişkisine bakış açılarını  zikretmek yerinde olacaktır.

Bazı bilginler, sigorta için satım sözleşmesi kıyaslaması yaparak yeni bir takım tartışma beraberinde oluşturmuştur. Satım sözleşmesinde var olan karşılıklı bedeller sigorta sözleşmesinde be bedellerin ne olduğu, bedellerle ilgili akide konu olup olmayacağı tartışma konusu olmuştur. Sigorta satım sözleşmesini değerlendiren bilginler, sigorta sözleşmesindeki karşılıklı bedellerin, sigorta primi veya sigorta bedeli olmadığı aksine satış bedelleri sigorta primi ve sigorta eden tarafından sağlanan güvence ve teminat olduğu görüşü hakim olmuştur.

Bu bilginlerin görüşüne göre sigorta yaptıran kişi tehlikenin fiilen gerçekleşmesiyle bağlantılı olmaksızın sözleşmeyi yaptığı anda doğrudan bir güvene kavuşmaktadır.

Sonuç olarak bu kişi için tehlike gerçekleşmesi ile tehlikenin olmaması arasında bir fark yoktur. Bu görüş hukuk bilginlerine göre, bu güven hali, sigorta eden bu kişi için sözleşme sonucunda bir prim karşılığı sağladığı himayenin, garanti ve teminat, rizikodan önce sigortalının manevi bir menfaati ile rizikodan sonra ise damân himayesini taahhüdüyle, sigortanın ivazlı  karakterinin tam olarak muhafaza edilmiş olduğunu söylemektedirler. 

Ancak psikolojik ve soyut bir kavram olan güvenlik ve teminat hissi, sigorta sözleşmesinin gerçek yapısının ve unsurlarının dışında, sadece sözleşmeyi yapanın sâiki niteliğinde olması, üstelik bu güven mâlî bir durum taşımayan ve para ile değer tespit olmayacak sırf psikolojik bir durum olması yeni bir tartışma konusu olmaya başlamıştır.

İşte tartışmalardaki belki de bu zayıf nokta sebebiyle başka bir grup da sigortada mübâdele olunan bedellerin sigorta primi ile sigortacının üstlendiği damân olduğu görüşüne varmıştır. Bu çerçevede daman sırf psikolojik durum olan ‘eman ve güven’ farkı olup, İslam Hukukunda mali bir kavram olarak düşünülmüştür. Sigorta hususunda damanın, mali bir özelliği olması sigorta bedelinden ayrı bir durum olduğu ifade edilmektedir.

Zira işim aslı sigorta eden, tehlikenin gerçekleşmesi durumunda belirli bir miktar bedeli vermekten çok, bu tehlikeden meydana gelen zararı gidermeyi yada bunu tazmin etmeyi taahhüt etmektedir. Sigorta ettirenin hakları da meydana gelecek tehlikeden oluşacak zarara(rizikoya) bağlı ve sigortalıya ödenecek tutar bu zararın durumuna miktarına göre belirlenir.

Buna göre sigorta sözleşmesindeki tarafların edim yükümlülüğü mübâdelesi, bir miktar para olan prim  ile potansiyel rizikonun telafisi anlamına gelen damân arasında olduğundan, iki farklı cins arasında olduğu ileri sürülür. Sonuç olarak taraflar arasında cins birliğinden kaynaklanan ribâ ihtimâlinin burada mevcut olmadığı söylenmektedir.

Böylece sigorta sözleşmeleri içn karşılıklar, sigorta primleri ile sigorta güvencesi arasında gerçekleşir. Bedellerden biri menfaattir, o da kendisinde fâiz cereyan eden eşyalardaki altı sınıfa dâhil değildir. Bu sınıflara kıyas yolu ile giren şeylerden de değildir. Zira iki bedelin cinsleri farklıdır.  Sigorta sözleşmesi yapıldığı zaman, her iki taraf için karşılıklar mevcuttur. Bu çerçevede sigorta sözleşmesinde ne “gecikme fâizi” ne de “fazlalık fâizi” söz konusu olmaz. 

Sigorta sözleşmesinde tarafların borcu, sözleşme ile birlikte doğuyor. Sözleşmeye bağlı belli riziko gerçekleştiğinde de taahhüdü yapanın ifa yükümlülüğü doğuyor. Ancak bu durum zaruri olarak sigortadaki damân’ın İslâm hukukuna aykırı olduğu anlamına da gelmez. Ayrıca bu borcun, damân ile birlikte oluştuğu, yeni bir sözleşme çeşidi olabilir. Ancak böyle bir damânın önünde duran gerçek engel, sigortacının bu damân’ımâlî bir bedel karşılığında yapmasıdır ki, bu fıkıh geleneğindeki yerleşik ve güçlü bir prensibe aykırıdır. Bu hususta damânın teberru karakterli oluşu, yani ivaz yoluyla bir bedel karşılığında olmayacağıdır. İvaz karşılığında sorumluluğun yüklenilemeyeceği hususunda nass bulunmamaktadır. Bu hususta ictihâdî ve örfî bir durum olup bazıları damân karşılığında ivaz alınabileceği görüşündeyken bir kısmı da farklı düşünmektedir.

Tespit edilen riziko gerçekleştiğinde, ödenen prim tutarından fazla sigorta bedeli alınmasının fâiz olmasına gelince; bu hususta, sigortalılardan toplanan primler, şirket tarafından kâr amaçlı yatırımlara yönlendirilmekte ve daha sonra elde edilen kâr ana para ile birlikte sahiplerine iade edilmektedir. Dolayısıyla burada fâizden söz etmek bahis mevzu değildir. Sigortaya cevaz veren bütün İslâm hukuk bilginleri de fâizden arındırılma şartını ileri sürmüşlerdir. Netice itibariyle, sözleşmede belirtilen esaslara göre sigortalının almış olduğu sigorta bedeli, aslında kendi ödediği paradır. Organizatör kurum olan sigorta şirketi, sigortalılardan toplanan fonda biriken primleri, sabit ve değişken getiriyle yatırımlara yönlendirmekte ve elde edilen kârı, anaparasıyla birlikte sigortalıya, sözleşme şartlarına uygun olarak, peşin veya taksitle geri ödemektedir. Bu sebepten dolayı sigortalının almış olduğu sigorta bedeli ribâ özelliği taşımamaktadır.

Diğer taraftan devletin sosyal güvenlik kurumları aracılığı ile yürüttüğü emeklilik sigortası, fâkihlerce genelde caiz görülmüştür. Bu sigorta türünde de  bireyin emeklilik döneminde alacağı sigorta bedeli miktarı bilinmemekte, hatta birçok emekli çalışma süresinde kesilen prim tutarı üzerinde veya altında emeklilik tazminatı almaktadır. Hukuken, meşru olmayan bir sözleşmeyi meşru kılmayacağı gibi, İslâm âlimleri bu hususta, gerek ilgili bireyin ilerleyen yaşlarında kendisinin, gerekse aile bireylerinin yaşamalarını hiç olmazsa maddî açıdan garanti altına almasının sosyal devletin görevi, kamu hukuku ve sosyal hayat şartları açısından zaruri görmüş ve "sözleşmelerde itibar maksatlara ve manalaradır." 2.md "Hacet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur."32.md "İki fesad teâruz ettikte ehaffı irtikâp ile azmanın çaresine bakılır" 28.md gibi mecellenin  yerleşik kaidelere istinaden cevaz vermişlerdir. Şimdi devlet-birey münasebetleri açısından câiz olan bu müessesenin, bireylerin kendi aralarında bir aracı kurum vasıtasıyla yapılmasının câiz /geçerli olmamasının her halde haklı bir gerekçesi olmasa gerekir.  Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam