1. Tarihten Gelen Ayrışma: Hicaz ve Irak Ekolünün Doğuşu
Kuran’ı anlama, yorumlama ve uygulama biçimindeki farklılıklar, İslâm düşüncesinin hem rahmeti hem de en derin kırılma hattıdır. Bu ayrışmanın kökleri erken dönemde doğan iki ekole, Hicaz ve Irak ekollerine dayanır. Medine, vahyin doğduğu coğrafya olarak toplumsal değişimin sınırlı olduğu bir yapıdaydı. Bu yüzden Medine âlimleri rivayet merkezli bir metot geliştirdi. Irak ise fetihlerle genişleyen, farklı kültürlerin bir araya geldiği bir merkezdi; yeni olaylara çözüm bulmak kaçınılmazdı. Böylece aklî muhakemeyi devreye alan rey ekolü ortaya çıktı (İbn Haldun, Mukaddime, II/123).
Her iki taraf da Kur’an ve Sünnet’e bağlıydı; biri lafzı, diğeri manayı merkeze aldı. Ancak zamanla bu doğal fark ideolojik bir bölünmeye dönüştü. “Eserci” ve “Reyci” etiketleriyle ümmetin iç birliği zedelendi. Oysa biri nasları muhafaza ederken, diğeri onları hayatla buluşturmaya çalışıyordu. Bu iki damar aslında aynı kalbi besleyen iki ana damardır.
2. Akıl ve Nakil Arasında Köprü: Kıyas, İstihsan ve Maslahat
İslâm hukukunun yürürlük kazanması, sadece nasların varlığıyla değil, bu nasların doğru yorumuyla mümkündür. İmam Şâfiî (er-Risâle, s.20), kıyası sistematik hale getirerek “nas ile yeni olay arasında köprü” kurmuştur. Kıyası, şeriatın sürekliliğini sağlayan bir ilke olarak görmüştür.
Ebu Hanife ise kıyasın katı uygulanmasının sosyal adaleti zedelediğini fark etmiş, “istihsan” kavramını geliştirmiştir. İstihsan, “daha iyisini tercih etmek” anlamıyla, kıyasın doğurabileceği zorlukları hafifleten bir vicdan metodudur (Serahsî, Usûl, II/202).
İmam Mâlik, “maslahat-ı mürsele” kavramıyla hukuku toplumsal fayda eksenine yerleştirmiştir. Bu yaklaşım, şeriatın insan merkezli doğasını yansıtır. Ancak bu üç kavram, aynı gayeye hizmet ederken farklı çevrelerde birer “mezhep silahı” haline getirildi.
Şâfiîler, Hanefîleri “akılla din koymakla”, Hanefîler Şâfiîleri “katı literalizmle”, Malikîler ise her ikisini “toplumsal vicdandan kopmakla” itham etti. Böylece kavramlar birer ilim aracı olmaktan çıkıp, aidiyet simgelerine dönüştü (Cessâs, Fusûl fi’l-Usûl, I/15).
3. Kavramların Savaş Alanı: Akılcılar mı Nakilciler mi?
İslâm düşüncesinde akıl ve nakil ayrımı, usûl farkından çıkıp inanç sınırlarına taşırılmıştır. Hâlbuki hiçbir müçtehit “akılla din koymak” iddiasında bulunmamıştır. Her biri, nasları çağının meseleleriyle konuşturmak istemiştir. Modern dönemde bu tartışma, yeni kavramlarla sürmektedir. “Tarihselcilik”, nasların indiği bağlamı dikkate alarak hüküm üretmeyi savunur (Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.88). “Örfün değişmesiyle hükmün değişmesi” ilkesi, toplumsal dönüşümün hukuka etkisini gösterir (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, VI/61). “Makasıd” yaklaşımı ise hükmün gayesini merkeze alır (Şâtıbî, el-Muvâfakât, II/288).
Bu kavramlar farklı gibi görünse de aynı hedefe yöneliktir: İslâm hukukunu çağın gerçekliğiyle irtibatlı kılmak. Ancak kavramlar anlamı taşıyan kaplar olmaktan çıkıp kimlik bayrağına dönüştüğünde, ilim yerini ideolojiye bırakır.
4. Hukukun Yürürlük Arayışı: Ehlisünnet, Şûra ve İcma
İslâm hukukunda bağlayıcılık, bireysel içtihatta değil, ümmetin ortak aklında aranır. Ehlisünnet, bir mezhepten çok “ortak aklın kurumsallaşmış hâli”dir. Şûra ve icma ilkesi, ümmetin toplu kararlılığını ifade eder.Her müçtehit kendi döneminin sorunlarına göre hüküm üretmiştir; ancak bu hükümlerden hangisinin yürürlüğe gireceğine ümmetin ortak kararı yön verir. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı, geçmiş içtihat mirasını analiz ederek toplumun maslahatına en uygun olanı yürürlük normu hâline getirmelidir (Gazâlî, el-Mustasfâ, I/12). Ehlisünnet düşüncesinin hedefi tefrika değil, hukukta birlik ve tevhidtir. Çünkü ortak akıl, ümmetin koruyucu kalkanıdır; aklın rehberliği olmadan naslar hayat bulmaz.
5. Kavramların Gölgesinde Yürüyen Anlam Mücadelesi
Bugün İslâm hukukundaki tartışma alanları, aslında aynı kökten gelen dallardır:
• Tarihselcilik / Evrenselcilik
• Nesh Teorisi
• Örfün Değişmesiyle Hükmün Değişmesi
• İllet Değişirse Hüküm Değişir İlkesi
• Din–Şeriat Ayrımı
• İtikad, İbadet ve Ahlâkın Zamanlar Üstülüğü
• Lafız / Mana – Makasıd Yöntemi
Her biri İslâm hukukunun canlı, dinamik ve esnek doğasını temsil eder. Ancak kavramlar, anlamı inşa etmek yerine egemenlik kurmak için kullanıldığında, ümmetin vicdanı yaralanır; hukuk anlamını kaybeder.
6. Sonuç: Farklılık Fitne Değil, Hakikate Giden Yol
Gerçekte savaş kavramlar arasında değil, kavramları yanlış kullanan zihinler arasındadır. Hicaz ve Irak ekolleri, biri aklın, diğeri naklin temsilidir; ancak her ikisi de aynı tevhid terazisinde buluşur. Bir kuş tek kanatla uçamaz; din de yalnız nakille ya da yalnız akılla yürüyemez. Naslar gökyüzünü gösterir, akıl o gökyüzünde yön bulur. Bu denge yeniden kurulmadıkça, ne hukuk adaletle yürür, ne de ümmet birlik bulur. Tevhidî adalet, aklın ve naklin birlikte yürüdüğü yoldur.“Farklı düşünmek fitne değil; aynı hakikati farklı pencerelerden görebilme cesaretidir.”