Küçüktaş, "Sanırım onbeş yaşındaydım. Rahmetli babam eski adı Hınzoru yeni adı Akbudak olan köyden satın aldığı keçileri getirecek kişiye refakat etmem için beni de gönderdi.
Daha önce babamla birçok kez gittiğim bu köye ilk defa yalnız başıma gidecektim.
Yol ayrımına kadar götürecek minibüse binmeden önce yapacaklarımı son kez hatırlatıp kalacağım ev sahibi Halis Ağanın paketini ne ilaveten elime bir zarf tutuşturarak " bunun içindeki parayı sabah uyanınca yattığın yatağın yastığının altına koyarsın" dedi..
O zamanlarda büyüklerimizin verdiği talimatlara sorgusuz itaat ettiğimizden gerekçesini dahi sorma cesaretini bulamamıştım. Ardından Amusalı Mevlüt'ün sarı renkli Ford minibüsüne binerek Hınzoru Çayı ağzında inmiştim.
Kemahh
Yol ayrımından yaya olarak bir saat çeken bu yolu daha önce bildiğimden yabancılık çekmesem de ıssızlığından biraz tedirgin olmuştum.
Tam yolu yarılamışken genç bir delikanlı yedeğinde Halis ağanın gümüş kakmalı İspanyol eğerli atıyla beni karşılamıştı.
Kendinden başka hiç bir kimsenin binmesine izin vermeyen bu zarif düşünceli insan, atını binmem için bana göndermesi babamla arasında olan özel dostluğunu bana da hissettirmişti..
Eve vardığımda beni kapıda karşılamış babamın gönderdiği paketin açarak içindeki Besni üzümünden atına yedirmem için bana bir avuç vermişti.
At bir yandan benim elimden üzüm yerken bir yandan da gözleri ile sahibine minnetle bakıyordu. Bu hayvan - insan minnet seremonisini yıllar geçse de hiç unutamadım..
Misafir geldiğinde sofrasını hep mahreminden ayrı kurduran Halis Ağa beni ev halkından ayırmayarak aynı sofraya oturtturarak dostluğa verdiği derin ehemmiyeti göstermişti.
Bu yüzden Halis Ağa yıllarca benim gönlünde çok değerli hep saygın bir insan olarak kaldı.
Yemeğin ardına çaylar içildikten sonra benimle beraber hayvanları götüreceğimiz kişiye gidiş güzergah tarifi yaparak hane halkına yataklarımızın yapılması talimatı vermişti.
O gece tavanı ahşap süslemeli, dolap kapakları aynalı olan bir odada mis gibi sabun kokan iki kat yün yatakta yatmıştım.
Sabah uyanınca babamın tembihini yerine getirerek zarfın içindeki parayı yastığın altına bırakmıştım.
Hatıralar zihnin her zaman tozlu bir tarafında gizlidir. Bazen bir sohbet, bir bakış veya bir kelimenin içinde saklı olan söz harekete geçirerek tozlanmış zihnin ardındakini hatırlamanızı sağlar. Dün bir şiir antoloji kitabında Yazar ve Şair Cahit Zarifoğlu’nun “İsteyerek” adlı şiirinde, “Yüklükten bana bir yorgan çıkardılar, Üstü mavi papatyalar, Bir dehlizden geçirip zirveye döşek attılar” dizeleri beni evimizin bir köşesinde kendine has kokusu olan ” Yüklük” odasına götürdü..
Yüklük Kemah
Sahip olduğumuz ama epey bir zamandır fakında olmadığım bu etnografik yığıntıyı sanki ilk defa görmüşçesine merakla incelemeye başladım.
Kerpiç bina olan eski evlerimizde dolap gibi bir alan olmadığından toprak seki üzerine yorganlar ve yün döşekler dizilir arasına sıra sıra yastıklar yerleştirilirdi.
Yüklük misafir odasının bitişiğinde yada o odanın bir köşesinde yer alırdı. Genelde yün ve dokuma olduklarından güve kesmesin diye mutlaka aralarına naftalin keseleri konurdu. Evin en emniyetli zulasıydı. Ziynetler, silahlar, mektuplar fotoğrafların saklandığı yerdi. Kimileride sandıkların üstüne dizer muntazam olsun diye üzerine dantelli kanaviçe işlenmiş beyaz örtü örtülürdü.
Yüklükte yer alan her bir eşya yaz aylarında mutlaka günlendirilirdi. Günlendirme işlemi bazen günlerce sürerdi.
Döşekler boşaltılarak yünler ayva çubuğu ile çırpılır yüzleri yeniden yıkanır eski ise yeni yüzle değiştirilirdi.
Yatakların divitin yüzlerindeki motiflerin renkleri ile yorganların satenlerinin renklerini kombin yapmaya özen gösterilirdi. Yastıklar her zaman yatak sayısının iki misli olurdu. Gelen misafir eğer yeni gelin ise pembe, yaşlı kadın ise yeşil, ihtiyar erkek ise mavi, memur ise kırmızı saten başlıklı yastıklar seçilerek mutlaka iki tane konurdu.
Bu günlendirme işlemi içinde yatak yorgandan daha çok beni eski duvar halıları ilgimi çekerdi.
Hemen hemen her evde olan sadece camilisi kıbleye gelecek şekilde diğerleri ise kıbleye gelmeyen duvarlarda asılı bulunan bu halılar kimisi ipek, kimisi de pamuktan olurdu.
Kemah Ilçe Giriş-1
Su içen geyikler, Saraydan kız kaçırmayı ifade eden koşan iki atlı, Kulağında kocaman bir halka küpe ile elinde sigarası olan çiçekli şalvarlı falcı kadınlar, Koyunlarına su veren aziz, Bir elinde Zülfikar ile at koşturan Hazreti Ali, arka fonunda Sultan Ahmet Cami olan iki tavus kuşu ve Osmanlı varaklarıyla çevrili Kâbe resmi..
Eskiden sahip olunan ailenin zevkini yansıtan bu eşya şimdilerde çeşitli hurafe yorumlar ve algılar yüzünden güncelliğini yitirmiş yüklükte ebedi yerini almıştı sanki..
Bence "Yüklük" bir pılı pırtı yığını değil, bir köşeye atılmış yaşanmış hatıraların delilleri idi. Yastığın altına konan para ise yatağı serene teşekkür mahiyetindeki bahşişi idi..
Hatıralarımızın içinde görünmeyen ama istendiğinde parlamaya hazır ruhlar vardır. Samimi bir şekilde zihne gelir nezaket ve iyilik dolu sessizlik tohumları ekerler. Çünkü kalp, gösterişli konuşmaları değil, geçmişte gizlice kendisine dokunan güzel fısıltıları hatırlar..

Muhabir: Mehmet Yaşar Çiçek