Nafaka meselesi, Kur’an’ın “adalet” ve “ihsan” ilkelerini en fazla sınayan alanlardan biridir. İslâm Fıkıh Akademisi’nin çağdaş kararları ışığında, bu tartışmayı geçmişten bugüne uzanan bir adalet arayışı içinde değerlendirelim. “Geniş imkâna sahip olan imkânına göre nafaka versin; rızkı daraltılmış olan da Allah’ın kendisine verdiği kadar versin. Allah kimseye gücünün üstünde yük yüklemez.” (et-Talâk, 7)
1. Nafaka: Koruma mı, İstismar Aracı mı?
Günümüzde nafaka meselesi, Türkiye’de en çok tartışılan sosyal konulardan biri hâline gelmiştir. Evlenen, iş bulan, hatta fiilen başka biriyle yaşayan kadınlara dahi yıllarca süren “süresiz nafaka” ödemeleri yükleniyor. Bu durum, ne Kur’an’ın adalet anlayışıyla ne de İslam hukukunun fıkhî esaslarıyla bağdaşır. Bazı Batı ülkelerinde bile bu uygulama 1 ila 5 yıl arasında sınırlandırılmışken, bizde neredeyse ömür boyu süren bir sistem yerleşmiş durumdadır. Bu, adalet değil, zulmün şekil değiştirmiş hâli olsa gerektir.
2. Kur’an’ın Getirdiği Ölçü: Süre, Denge, İhsan
İslam hukukunda nafaka, boşanma sonrası tarafların maddi bağımlılığını uzatmak için değil, geçici mağduriyeti gidermek için öngörülmüştür. Kur’an-ı Kerîm, nafakayı “imkân ölçüsünde geçici destek” olarak tanımlar (et-Talâk, 6–7). Bu ölçü, hem kadını korur hem de erkeği ömür boyu yükümlülükten kurtarır. Boşanma süreci dahi merhamet, ölçü ve nezaketle yürütülmelidir: “Onlarla ya iyilikle geçinin ya da ihsanla ayrılın.” (el-Bakara, 229) Bu ayet, ayrılığın bile vicdan terazisinde olmasını öğütler.
3. İslam Hukukunun Görüşü: Sınırsız Değil, Süreli Destek
Uluslararası İslâm Fıkıh Akademisi (IIFA), 2006 Cidde oturumunda (Karar No: 155/17/6), “nafakanın süresiz devam etmesinin şer‘î dayanağının bulunmadığını” açıkça belirtmiştir. Aynı şekilde 2000 Riyad oturumunda alınan 109/12/6 sayılı kararda, iddet süresi dışında nafaka verilmesinin câiz olmadığı, yalnızca “zaruret veya geçici sosyal ihtiyaç hâlinde” kısa süreli olarak hükme bağlanabileceği ifade edilmiştir (IIFA, 2000; 2006).
Avrupa Fetva ve Araştırma Konseyi (ECFR) de 2015 Dublin oturumunda, ömür boyu nafakanın “bir tarafın emeği olmadan sürekli kazanç sağlamasına yol açtığı” gerekçesiyle İslam’ın adalet ilkesine aykırı olduğunu vurgulamıştır. Klasik fıkıh kaynaklarında da benzer bir yaklaşım hâkimdir:
• Hanefîler, nafakayı yalnızca iddet süresiyle sınırlar (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr).
• Şafiîler, mağduriyet durumunda sınırlı destek verilmesini kabul eder (en-Nevevî, el-Mecmû‘).
• Mâlikîler, uzun evliliklerde emeğe dayalı, süreli yardım fikrini benimser (ed-Desûkî, Haşiye).
• Hanbelîler, nafakanın sadece iddet süresince ve hamilelikte doğuma kadar devam edeceğini belirtir (İbn Kudâme, el-Muğnî).
Bu görüşlerin ortak noktası, nafakanın ölçülü, süreli ve toplumsal dengeyle uyumlu olmasıdır.
4. Modern Türkiye İçin Çözüm: Adalet, Mîzan ve Sosyal Denge
Bugün Türkiye’de yürürlükteki sistem, kimi durumlarda üretimi değil tembelliği, çalışmayı değil bağımlılığı teşvik eder hâle gelmiştir. Nafaka bir “geçim yardımı” olmaktan çıkmış, zamanla intikam aracına dönüşmüştür.
İslam hukukunun ruhu, ne kadını mağdur eder ne de erkeği cezalandırır. Kur’an’ın “mîzan” (ölçü) ilkesi, her çağda geçerlidir. Nafaka, taraflardan birini yüceltip diğerini ezmemeli; her iki tarafın da insan onuruna yaraşır şekilde yaşamasını sağlamalıdır.
Bu bağlamda, nafaka süresi 1 ila 3 yıl arasında sınırlandırılabilir. Bu süre, kadının yeni bir hayat kurmasına yardımcı olurken, erkeği de ömür boyu borçluluk duygusundan kurtarır. Böyle bir model, Kur’an’ın “ihsanla ayrılın” emrine ve Hz. Peygamber’in “Zulmetmeyin ki size de zulmedilmesin” (Müslim, Birr, 32) öğüdüne tam olarak uygundur.
Sonuç: Adaletin Kaynağı Kanun Değil, Vicdandır
İslam’ın hedefi, bir tarafın sürekli kazandığı, diğerinin sürekli ödediği bir sistem değildir. Gerçek adalet, tarafların hakkını koruyan denge ilkesindedir. Süresiz nafaka, İslam’ın değil; modern dünyanın intikamcı adalet anlayışının ürünüdür. Adaletin kaynağı kanun değil, vicdanla birleşmiş Kur’an ölçüsüdür. Çünkü adalet, ne süresizlikte ne keyfîliktedir; o, Kur’an’ın mîzanındadır. Kaynak Notu: Bu yazı hazırlanırken Uluslararası İslâm Fıkıh Akademisi’nin 2000 Riyad ve 2006 Cidde oturum kararları, Avrupa Fetva ve Araştırma Konseyi (ECFR) 2015 Dublin bildirisi, ayrıca klasik kaynaklardan İbn Kudâme’nin el-Muğnî’si ile İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtâr’ı esas alınmıştır. Prof. Dr. Hadi Sağlam: İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı, İlahiyat / İktisat / Hukuk