Sorumluluk hukuku nedir? Bireysel sorumluluk nedir?

İlk dönemlerde sorumluluk hukuku, "zarara uğrayan katlanır", “ başa gelen çekilir” ilkesi hâkim olmuştur. Bireysel sorumluluğun yozlaştığı birey ve toplumlarda, bireysel sorumluluğun kurumsal sorumluluğa yetki devri yapılmıştır.

 İNANÇ İLKEMİZİN BEŞİNCİSİ, SORUMLULUK-1

DİN, SORUMLU TUTULMAKTIR:

İlk dönemlerde sorumluluk hukuku, "zarara uğrayan katlanır", “ başa gelen çekilir” ilkesi hâkim olmuştur. Bu ilke, birey ve toplumlara huzur verememiştir. Karşılanamaz, teminatsız rizikolar bırakmıştır.  Sosyal hayatta ağır yaralar açmıştır. Birey ve toplumların, düşünce ve tecrübeleri artınca bu düşünce ve tecrübeler, toplumsal genel kabul haline gelince, sorumluluk hukukunda da değişim zorunlu olmuştur.

Daha sonra sorumluluk ilkesi, "kusurlu olan öder" anlayışına evrilmiştir. Desene suçta klasik "kusur" ilkesi kabul edilmiştir. Böylece tazmin sorumluluğu kural olarak failin kusurlu olmasına bağlanmıştır. Klasik kusur ilkesi gereği herkes hukukça korunan varlıklarında, mal ve şahıs varlıklarından bizzat sorumlu tutulmuştur. Böylece suçta asli unsur kusur kabul edildiğinden, kusurun olmadığı durumlar teminatsız kalmıştır.

Zaman sonra klasik kusur ilkesi de birey ve toplumların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı anlaşılmıştır. Birey ve toplumlar problemlerini klasik kusur ilkesiyle çözememişlerdir. Bu durum, birey ve toplumları yeni arayışlara sürüklemiştir. Sonuçta bu durumda, klasik kusur ilkesi yanında "sebep sorumluluğu" ilkesi kabul edilmiştir. Sebep sorumluluğu ilkesinin kabul edilmesi,bazı nedenlere dayandırılmıştır.

KUSURSUZ SORUMLULUK İLKESİ

Toplumsal terakki sonucunda birey ve toplumlar, kusur ve sebep sorumluluğu ilkesinden daha geniş bir forma ihtiyaç duymuşlardır. Daha geniş form olan kusursuz sorumluluğa postu atmışlardır.Desene  sosyal değişme ve gelişmeler karşısında “sorumluluk hukuku” yeniden yorumlanmıştır. Sonuçta; “kusursuz sorumluluk ilkesi” kabul edilmiştir. Birlikte yaşamın teminatı “sigorta” kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Zira hayatta her şey akar. İnsanlar, kavramlar, yasalar, düşünceler aktıkça akar. Bir tekâmüle doğru koşarlar. Her şeyin aktığı bir dünyada aynı yerinizde duramazsınız. Durmak isteseniz de düşersiniz. İnsanlar, kavramlar, yasalar ve düşünceler, doğar, yaşar ve ölürler. Tekrar, yeniden dirilirler. Bu döngü bir yasal düzenleme kader olsa gerektir.  Allah biz her şeyi bir kader, muayyen bir ölçü ile yarattık buyuruyor. Biz her şeyi bir kadere, bir düzene, bir ölçüye bir plana göre yarattık buyurulmaktadır. Burada kaderin, kâinata konulan bir düzen ve ölçü olduğu, kâinatın yasaları anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Bu ayetle, insanın aklını kullanmaya, tedbir almaya yönlendirmiş olduğunu anlamaktayız.

Sorumluluk hukuku da sürekli gelişmiş ve tekâmüle koşmaktadır. Kusursuz sorumlulukta olayın gerçekleşmesinde failin, ne kusuru ne de sebebi olmamasına rağmen bireysel ve toplumsal sorumluluk bunu gerekli kılmıştır. Kusursuz sorumluluk ilkesi, sorumluluğun en geniş formatını içermektedir. Ancak kusurlu ve kusursuz sorumluluğun birlikte organizasyonuyla, birey ve toplumların huzuru sağlanabilmiştir. Bu anlayış tehlikede iştirak yükümlülüğünü gerekli kılmıştır. Sigorta sözleşmeleri bu anlayışın bir ürünü olsa gerektir.

Hukuk mücadelesi nedir? İktidar ve ganimet nasıl kazanılır? Hukuk mücadelesi nedir? İktidar ve ganimet nasıl kazanılır?

Bireysel sorumluluğun yozlaştığı birey ve toplumlarda, bireysel sorumluluğun kurumsal sorumluluğa yetki devri yapılmıştır. Böylece sorumluluğun organizasyonu ancak kurumsal müesseseler ile sağlanmıştır. Sonuçta sorumluluğun hukuki yaptırımı da kurumsal olarak yürütülmüştür. Bugün sigorta sözleşmeleri bireylerin sorumluluk hukukunun organizasyonu ve yaptırımından ibarettir.Bu bağlamda sigorta bir tedbir ameliyesidir. Bir öngörüdür.  Tedbiri aldıktan sonra takdiri Allah’a bırakmaktır. Tedbir almadan takdire sığınmak doğru değildir.

Kurumsallaşmayı anlayamayan birey ve toplumlar, klasik dönem birey ve aşiret anlayışını din gibi görmüşlerdir. Oysa kurumsallaşma pek çok alanda yeni bir felsefe ve tecrübeyi gerekli görmüştür. Bu dönüşüm, sosyo kültürel bir durum arz ettiğinden uzun bir zaman sürecini gerektirmiştir. Birey ve toplumların ferdi nitelik taşıyan sorumlulukları ile sosyal nitelik taşıyan dayanışmaları bir araya getirilerek yeni organizasyonlara gidilmiştir. Birey ve toplumlar bu terakki yolculuğunda kurumsallaşmayla ölmez değerler inşa etmişlerdir.

HAKKI KENDİN AL İLKESİ

Keza ilk dönemin birey ve toplumunda, "hakkı kendin al" ilkesi hâkimdi. Bu ilkeyle, toplumsal barış ve huzur sağlanamamıştır. Keza birey ve toplumların huzuru için yeni formlara ihtiyaç duyulmuştur. Birey ve toplumlarda "ihkak-ı hak" anlayışından "hak aramak" anlayışı zorunlu görülmüştür. Yani mahkeme kararı olmadan, şahısların bizzat haklarını kendileri almak yerine, hak arama organizasyonuna geçilmiştir.  Barış ve huzurun sağlanması için bir algı evrilmesi yaşanmıştır. Bu bağlamdahakkı sahibine teslim etmek için kurumsallaşma zorunlu olmuştur. Bazı toplumda klasik dönemdeki aşiret ve kabilelerin ihkak-ı hak anlayışı hâlâ hâkim bulunmaktadır.

Klasik toplumlarda bireysel ihkakı hak bir çözüm olarak görülmüştür. Bu evrilmede beşer ilişkilerinde ciddi çatışma ve tartışmalar ortaya çıkarmıştır. Bugün kurumsallaşmanın anlaşılamaması pek çok sahada kendini göstermektedir. Örneğin; kadınların sözle boşanmasından tutun da kadının ve çocukların dövülmesine kadar pek çok alanda kendini göstermektedir. Bu nasları bireysel okuma anlayışı olsa gerektir. Sözlü hukuktan maddi hukuka geçişin sancılarının yaşandığını görmekteyiz. Keza sorumluluğun, bireysellikten kurumsal müesseselere aktarılmasının sancılarını da yaşamaktayız. Henüz daha celde sopası yerine, yargı sopasını da koyamadığımız görülmektedir.

Bugün en önemli mesele İslam’ın, kurumsal müesseseler aracılığı ile sürdürülmesinde yaşanılan problem olsa gerektir. Öyle ki bireysel sorumlulukların yaptırımının kurumsal müesseseler ile sağlanmasına geçilmiştir. Bu durumun, bireysel olarak gelen nasların, kurumsal müesseselerin aracılığı ile nasıl yürürlülüğünün sağlanacağı konusundaki anlayışımızdaki noksanlıktan kaynaklandığı sanılmaktadır. Bütün problem, bu nasları hâlâ bireysel okuyanlar ile kurumsal okuyanların tartışmasında yatmaktadır. Bu tartışmalar ise nasları bireysel okuyanlar ile kurumsal okuyanlar arasında geçmektedir. Nasları bireysel okuyanlar, geleneğin gür sedasıyla birleşince hakkı örtmesinden kaynaklanan pek çok problemle de karşılaşıyoruz. Ancak bugün sosyal hukuk alanında hukukun ve yaptırımının kurumsal müesseseler aracılığı ile teminat sağlandığı bir dünyada yaşadığımız unutulmamalıdır. Yine unutulmamalıdır ki her form, bir normdan doğmaktadır. Saygılarımla. Prof. Dr. Hadi Sağlam