İslam kültür tarihinde cezalandırmada asli ilke, caydırıcılıktır. Ceza davalarında genellikle suçu ispatta kesinlik, niyette kasıt unsuru aranmıştır

İnsan krizi nedir? Kriz ve şiddet sarmalı nedir? İnsan krizi nedir? Kriz ve şiddet sarmalı nedir?

SUÇ VE CEZADA DENGE / KISAS

İslam kültür tarihinde cezalandırmada asli ilke, caydırıcılıktır. Ceza davalarında genellikle suçu ispatta kesinlik, niyette kasıt unsuru aranmıştır. Desene şüphe durumlarında had cezaları düşürülmüştür.  Öyle ki af da hata, cezada hatadan daha iyi görülmüştür.

Bir suç, ya Allah / kamu haklarını ya da kul /insan haklarını ihlal eder. Suça verilecek cezadan gaye ise bu suçtan caydırıcılıktır. Ceza, ıslah için zaruretten başvurulan bir çare ve yöntemdir. Bu sebepten kamu düzenini sağlamak için cezayı yaptırım zorunlu olmuştur. Bu bağlamda ceza yasalarının asıl amacı kamu düzenini korumaktır.

 İslâm ceza hukukunda suç ve ceza arasında bir denge bulunmaktadır. Kur’ân, (وجزاء سيئة سيئة مثلها ) “Bir kötülüğün karşılığı, ona denk bir cezadır” buyurmaktadır. (Şûrâ 42/40) Nitekim kısasta suçlunun mağdura verdiği zararın misliyle cezalandırılması ilkesi hâkimdir. Suç ile ceza arasında bir denge olmazsa anayasal bir hak olan adâlet sağlanmış olamaz.

Tarihin her döneminde kasten adam öldürmek suç sayılmıştır. Yahudilikte genellikle kısas, Hristiyanlıkta ise diyet anlayışı hâkimdir. Cahiliye döneminde kısas ve diyet ilkesi de mevcuttu. Bu cezaların her birinin Hz. İbrahim’in sünnetinde mevcut olduğu kaydedilmiştir. Bu suçlar ve cezaları, Hz. İbrahim’in tevhit dini Haniflik de mevcut olduğu ileri sürülmüştür.

 Kur’an bu konuda cahiliye örf ve âdeti olarak sürdürülen kısas ve diyeti, İslam’ın bünyesine uygun bularak ibka etmiştir. Bu konuda İslam, hırsızlık, eşkıyalık, zina gibi suçlara, el kesme, çaprazlama el ve ayak kesme ve celde gibi cahiliye döneminden öncesi, Hz. İbrahim’in dininde mevcut olan cezaların da bir kısmını devam ettirmiştir. Bu cezalar Arap toplumlarında toplumsal kabul haline geldiği, algılarda adalet duygusunu yerleştirdiği, hukuki bir yaptırım olarak görülmüştür. Sonuçta tarihte pek çok toplumsal kabulün ibka ettirildiği görülmektedir. Cezada asıl maksat, caydırıcılıktır.

 Hiçbir Müslüman bir başkasının canına kıyamaz. Bir kimseyi kasten öldüren kimse kendi ölümünü de hazırlamıştır. İslam öncesi toplumlarda ve cahiliyede de var olan “öldüren, öldürülür” ilkesini Kur’an, “kısas size farz kılındı ve kısasta hayat vardır” ayetiyle normalaştırmıştır. Bu örf ve âdeti İslam dini doğru bularak devam ettirmiştir. Kur’an’da  bu ilkeyi kabul etmiştir.

Bilindiği gibi İslâm ceza hukukunun belirlediği cezalar /hadler belli başlı bir kaç (7) suça ait olup bunların tespitinde sadece objektif delillere bağlanması, dini hukukun uygulanabilirliğini tabi olarak sınırlamıştır. Kanunnamelerden önce her ne kadar kadılara tazir cezası verme yetkisi tanınmışsa da, bu yetki, suçun tespitine sirayet etmediği için, adli boşluğun oluşmasına engel olamamıştır. Kanunî boşluk nedeniyle cezasız kalan suçların artması, Osmanlı Padişahlarını tedbir almaya zorlamıştır. Genellikle örf çerçevesinde gelişen bu tedbirler o zamana kadar var olan şer‘î hukukun yanında örfî hukukunda müessese olarak ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Gerek zina iftirası gerekse zina eden evli erkeğe sopa yerine para cezası verilmesine dair Osmanlıda kanunnameler mevcuttur. Tatbik edilen cezaların önemli bir bölümü klasik dönem doktrin ve uygulamasına uygun düşmediği, Kur’ân ve Sünnetin naslarının ifadelerine literal anlamına da aykırı düştüğü için tereddütle karşılanmakta ve şeriata aykırı olarak nitelendirilmiştir.

Eski hukukumuzda zina suçunun cezası konusunda üç çeşit ceza kabul etmiştir. Sopa /celde, sürgün ve hapis cezası /tağrib ve recm’dir. Suçun teşekkülü ve ispatı için aranan şartlardan biri olmayınca yani şüphe durumunda tazir cezaları gündeme gelmektedir. Her ne kadar bu şekilde yorumlar mevcutsa da, makul olsa da verilen mahkeme kararlarından suçun şahitler huzurunda sabit olduğu ifade edilmesine rağmen siyaseten para cezası ile tecziye edilişi te’vilin siyaseten hükmünü düşündürmektedir. Sonuçta, zina suç olduğu ilke olarak kabulle birlikte, zina suçuna verilecek cezanın şeklinin yani suça hangi cezayı vermekle caydırıcılık sağlanacaksa (celde, hapis, teşhir, para vb gibi) cezanın şeklinin değişebileceği algılanmış da olabilir. Örf veya maslahatların değişmesi durumunda verilmiş bir hüküm de olabilir.

 Keza bu durum, “zinâ eden kadın ile zinâ eden erkeğe yüz değnek vurun” (Nur 24/2) ayetindeki yüz değnek kelimesi hass bir lafız olup bu lafızın maksadına uygun te’viline de teşmil edilmiştir. Zira bu nasdaki cezanın gayesi da caydırıcılıktır. Nitekim Osmanlı Kanunnamelerinde zina gibi ceza davalarında şahitlerin sübutuyla ispatlanmış olmasına rağmen verilen cezanın durumu hass bir lafzın te’vilinde dikkat çekicidir.

Keza, “zinâ eden kadın ile zinâ eden erkeğe yüz değnek vurun” âyetini inceleyen kimse bunun genel bir ifade ile geldiğini görür. Zina eden erkek veya zina eden kadın kelimeleri, genel bir lafızdır. Evli olanı da olmayanı da kapsamına alır. Ancak bir hadisle evli olmayana tahsis edilerek te’vil edilmiştir. Desene temel ilke suça denk bir ceza vermek için bu nasların yorumlamadaki te’vil anlayışında yatmaktadır. Ceza hukuku ibadet hukuku arasında görenler olduğu gibi cezayı şekilci yaptırıma indirgeyenler de bulunmaktadır. Oysa suçu koruyucu tedbirler asıl olmakla birlikte suçta asli kusur türü kasıttır. Desene kesin ve takdiri delil ayrımı sorunu yaşanmaktadır. Saygılarımla.