Türkiye’nin doğusunda, 2 bin metre rakımlı dağların eteklerinde, sıcaklığın gündüz yakıcı, geceleri ise dondurucu olduğu Erzincan yaylalarında, sessiz ama çok derin bir hayat mücadelesi sürüyor. Bu mücadele, ne kameralarla göz önünde ne de manşetlerle gündemde… Ama dumanı gökyüzünü sarıyor, ateşi yürekleri yakıyor.

Bu zorlu hayatın kahramanları, Mardin’in Mazıdağı ilçesinden gelen mevsimlik işçiler. Her yıl yaz mevsiminin başında Erzincan’a gelen bu aileler, doğayla iç içe kurdukları çadırlarda konaklayarak meşe odunlarından mangal kömürü üretiyor. Onlar için bu iş sadece bir gelir kapısı değil, aynı zamanda sabır, emek ve dayanıklılıkla örülmüş bir yaşam biçimi.
Ağaçtan Kömüre: Emekle Yazılan Bir Dönüşüm Hikâyesi
Meşe ağaçları önce Orman İşletme Müdürlüğü’nün belirlediği alanlardan kesiliyor. Her biri tek tek seçiliyor, dallarından ayıklanıyor, taşınıyor ve büyük bir dikkatle ocağa diziliyor. Bu ocaklar, dışarıdan bakıldığında sıradan bir odun yığını gibi görünse de, aslında içlerinde hayatı tutuşturan bir süreç başlıyor.
İşçiler, odunları kubbe şeklinde istifliyor, üzerlerini saman ve toprakla örtüyor. Sonra, dikkatlice bu yığının bir yerinden ateş veriliyor. O andan itibaren zaman duruyor gibi... Çünkü bu odunların kömüre dönüşmesi için yaklaşık 15 ila 20 gün arasında içten içe yanması gerekiyor. Ne fazlası, ne azı…
Bu süreç boyunca, günün her saatinde yangın riski mevcut. En ufak bir dikkatsizlik, tüm emeği yok edebilir. Bu yüzden nöbet tutuluyor. Askeriyedeki gibi... Her birkaç saatte bir biri diğerinin yerini alıyor. Çocuklar bile nöbet sıralamasının bir parçası oluyor. O ateşin başı boş bırakılmıyor.

İs, Duman, Ateş ve Emek…
Gün doğumuyla başlayan mesai, gece yarısına kadar sürüyor. Ateşin başında çalışmak sadece fiziken değil, psikolojik olarak da büyük bir yorgunluk yaratıyor. Elleri ve yüzleri is içinde kalan işçiler, yoğun dumanın ve kavurucu sıcaklığın altında, ellerindeki baltalarla, küreklerle durmaksızın çalışıyor. Günde 13-14 saat süren bu zorlu mesaiye rağmen, kazanç ise oldukça sınırlı.
Bir işçi anlatıyor:
“Odunları kesmekle iş bitmiyor. Ocağı kurmak, ateşi yakmak, günlerce başında nöbet tutmak... Sonra o kömürleri tek tek kırıp çuvallıyoruz. 2,5 ton odundan sadece 1 tona yakın kömür çıkıyor. Kazandığımız para, bir çocuğun okul masrafını zor karşılıyor ama başka şansımız yok.”
Bu işçiler arasında kadınlar da var, çocuklar da… Kimisi kömür çuvallarını taşıyor, kimisi yemek yapıyor, kimisi küçük kardeşine bakıyor. Bu çadırlarda herkesin bir görevi var. Çünkü bu bir aile mücadelesi.
Hayat Çadırda, Geçim Ateşte
Çadırlar, yayla serinliğinde birer ev gibi… İçlerinde soba yok ama dışarıda yanan ateş hiç sönmüyor. Geceyi burada geçirmek kolay değil. Sıcaklık birden bire 10-15 derece birden düşebiliyor. Ama bu aileler, yıllardır alışmış. Onlar için bu yaşam, bir yaz rutini.
Çocuklar bazen doğanın içindeki bu hayattan keyif alıyor gibi görünse de, aslında hepsi erken büyümüş. Hepsi, küçük yaşta hayatın yükünü sırtlamış.
İşçiler, yıllardır aynı mesleği yapmanın getirdiği alışkanlıkla konuşuyorlar:
“Zor iş ama alıştık. Mecburuz. Çocuklarımla birlikte buraya geliyorum. Sıcak da olsa, is de bulaşsa yapıyoruz. Geçim kolay değil. Ama bu işi yapmazsak, ne yaparız bilmiyoruz.”
Kömür çuvallandıktan sonra toptancılar gelip satın alıyor. Kömürler Erzincan’dan yola çıkıyor, İstanbul’dan İzmir’e, Ankara’dan Antalya’ya kadar Türkiye’nin dört bir yanındaki mangallarda alevleniyor. Ama kimse, o közün ardındaki bu hikâyeyi bilmiyor.
Kömürden Daha Siyah Bir Gerçeklik
Erzincan’ın yaylalarında yükselen her duman, aslında bir hayat mücadelesinin işaret fişeği gibi… Ateşin kararttığı eller, çocuğuna ekmek götürmek için tutuşmuş yüreklerin sembolü. Onlar, görünmeyen işçileri bu ülkenin. Her mangalda bir parça emekleri, her dumanda bir parça hayatları var.




