Yöneten ve yönetilenler arasında sadece adil bir düzen emretmiştir. Bu adil düzen,devlet olmanın ve birlikte yaşamanın temel ve genel esası kabul edilmiştir.Bu adalet, iktisadi, idari ve sosyal hukuk alanını da kapsamaktadır. Keza Kur'an, idari görevleri emanet görevler sayıp bu görevlerin tesliminde emanetin ehline verilmesini de emretmiştir. Bu bağlamda Kur'an, 'adl' ve 'kısd' kavramlarını kullanarak, yönetim şeklinin genel çerçevesini çizmiştir. Bu genel çerçeve, yönetim hukukunda üst norm niteliğinde olup bu ilkelerin ihlali anayasal bir ihlal ve ihmal sayılmıştır.
Tarih boyunca hakimiyetin kaynağı, meşruiyeti ve kime ait olduğu hep tartışıla gelmiştir. Öte yandan, İslam'ın yönetim hukukuna getirdiği bu temel ilkeler, önerdiği yönetim şekli ve siyasi rejim, Peygamber (sav) izlediği sosyal siyaset hep merak konusu olmuştur. Tarihte devlet başkanı atanmanın meşruiyet kaynağını, ya biat aracı ile halk ya da halkın seçeceği kurul olan Ehl'l Hal ve'l-Akd'den alınacak yetki oluşturmuştur. Bu sayede İslam idare hukukunda, yöneten ve yönetilenler arasında yetki ve sorumluluk alanında bir denge kurulmuştur. Yönetme yetkisi, sadece ve sadece halktan alınan yetki ile meşruiyetini kazanılır. Aksi takdirde istibdat olur. Yönetilenler, meşru seçimle yöneticilerine yani ulu'l emirlerine hukukilik kazandırırlar.
İslam, Mekke ve Medine dönemlerinde ilkesel ve pratik hükümler getirmiştir. Mekki hükümler genellikle ilkesel hükümler, Medine dönemi ise bu ilkelerin pratiğe yansımasından oluşmaktadır. Bilindiği gibi Medine toplumu aşiret ve kabilelerden oluşuyordu. Bu aşiret ve kabileler birbirleriyle sürekli savaşıyorlardı. Keza aşiret ve kabileler arasında emniyet ve güven de kalmamıştı. Bunun için de öncelikle Medine halkının güvenliğini temin için bir şehir devleti kurma ihtiyacı hissedildi. Bu ihtiyaç toplumsal kabul haline gelmişti. Peygamberimizin Medine'ye hicret ettikten sonra öncelikle görevi, Medine'deki bu aşiret ve kabilelerden oluşan halkı tek çatı altında toplamak olmuştur. Bu tek devletin başkanı, Hz. Muhammed, anayasası ise Medine vesikasıdır.
Hiç kuşkusuz sosyal devlet, insanları bir arada tutan, hak ve görevlerini belirleyen bir araçtır. Keza siyaset de toplumsal bir varlık olan insanı, toplumları ve devletleri yönetmek için önemli bir araçtır. Naslar bu iki araç konusunda, neler önermiştir? Peygamberin kurduğu bu şehir devletiyle ilgili ne tür uygulamalar yapmıştır? Bu bağlamda nasların önerdiği yönetim şekli ve rejimi var mıdır? İslam, yöneten ve yönetilenler arasında siyasi bir rejim, bir yönetim şekli önermiş midir? Yahut İslam'ın hukuk sistemini gerçekleştirmek için hangi siyasi rejim daha uygundur? Yoksa naslar bir siyasi rejim önermeyip yönetime ilke mi getirmiştir? Bilindiği gibi yönetim, tarihte monarşiden, oligarşiye son olarak da demokrasiye doğru bir evrim gerçekleştirmiştir. Kur'an, yönetim hukuku alanında ne tür ilkeler getirmiştir? Peygamberimiz (sav), idare hukuku alanında ne tür uygulamalar yapmıştır?Bu hipotezlerden hareketle bir kaç ilkeyi kısaca ele almak isterim.
Bilindiği gibi hayatta bütün Peygamberlerin ve insanların, iki türlü mücadelesi vardır. Biri 'cehaletle mücadele' diğeri ise 'hukuk mücadelesidir'. Bu iki mücadele insanı, insan yapan yaşam ve onur mücadelesidir. İnsanca yaşama mücadelesidir. Bu mücadelelerin ana ilkeleri bulunmaktadır. Bu ilkeler insanlığın temel ve genel ilkeleridir. Bu ilkeler, insanlığın anayasal ilkeleridir. Bu ilkelerin ihmali ve ihlali, anayasal ihmal ve ihlal sayılır. İnanç dünyasında anayasal ihlal ve ihmal bulunan bir insan, küfre kilit açmış, şeytana selam vermiş demektir.
Peygamberimiz Medine'ye vardığında ilk önce tek devlet anlayışını hakim kılmıştır. Keza her devletin bir anayasası ve vatandaşlığı bulunmaktadır. Öyle ki Medine Devleti (Birlikte Yaşam Projesi )Kur'an'da, (كَآفَّةًالسِّلْمِفِيادْخُلُواْآمَنُواْالَّذِينَأَيُّهَايَا) 'Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin' buyurulmuştur. (Bakara 2/208) Medine Anayasası (Toplumsal Sözleşme)bir devlet kurmanın en önemli ön şartı, toplumsal sözleşme olan anayasadır. Keza sosyal-hukuk alanında, Medine'de Peygamber (sav) en önemli sosyal siyasetlerinden biri de dönemin vatandaşlığı yani kardeşlik projesidir.Medine'de sosyal güvenlik ve toplumsal bütünleşmenin odak noktasını, 'Müslümanlar kardeştir' ilkesi oluşturmaktadır.( Hucurat 49/10)Kur'an; 'özgürlük', 'sorumluluk', 'adalet', 'emanetin ehline verilmesi', 'şûra prensibi', 'suç-ceza dengesi', 'haksız kazancın haramlığı', 'hayırda yardımlaşma', 'sözleşmelere uyma', 'güçlüğün kaldırılması','kolaylık prensibi', 'zaruretin haram olan şeyleri mubah kılması', 'eşyada asıl olan ibahadır', 'hiç kimse başkasının günahını yüklenemez -şahsi mesuliyet' gibi genel anayasal mahiyetli ilkeler getirmiştir. Bu anayasal mahiyetli ilkelerin her biriyle,insan hak ve sorumluluklarını belirterek,birey ve toplumlara onurlu bir yaşam sunmayı hedeflenmiştir. Bu ilkelerin ana direği ise tevhid projesidir.
TEVHİD İLKESİ:
Yüreklerin aynı noktada attığı bu proje, bir olan Allah'a ve onun emirlerine kul olma projesidir. Bir olan Allah'a kulluk bir özgürlüktür. Kimin kime kulluk ettiği belli olmayan toplumlardan, bir olan Allah'ın emirlerine itaate çağrıldığı bir projedir. Bu genel ilkeler, erdemli değerler olup bunların ihlali ve ihmali insanları Allah'a kul olmaktan öte insanlara kul yapabilir. Bu ana ilkelerin ihmal ve ihlali, anayasal bir ihmal ve ihlal sayılır. Tevhid, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan; vazgeçilemez, devredilemez ve hak edilemez, kişiye doğuştan verilen hakların korunmasıdır. Vahyin yeryüzünde intizamının temeli ise tevhittir. Tevhid İnsanın onurlu yaşama mücadelesidir. Tevhid ise kadın ve erkek arasında cins üstünlüğünün olmadığına, zengin ve fakir arasında hak üstünlüğünün olmadığına, emek ve sermaye arasında sömürü üstünlüğünün olmadığına, devlet ve vatandaş arasında güç üstünlüğünün olmadığına, ancak hakkın üstün olduğunun ilkesel ve pratik uygulama biçimidir. Doğrusu pratikte tevhid, devlet ile vatandaş, karı ile koca, kadın ile erkek, zengin ile fakir, emek ile sermaye, köle ile efendi arasında üstünlük olmadığına imandır. Hemen her kutsal dinin anayasal kırmızı çizgisi olmuştur. Sosyal hayatta tevhid, asli ve anayasal bir rükün kabul edilmiştir.
Keza dünyada yaşanan İslami hayatın iman şehadetinin şartı, ikidir. Biri itikatta biri de ameldedir. Allah'a ve Resulüne imandan sonra birlikte yaşamın asli ilkesi de pratikte tevhittir ki bu da 'tehlikede iştirak, nimette taksimat" ilkesidir. Bu ilkeye iman etmeyen ve pratiğe yansıtmayan insanlar, hak mücadelesi veremezler. Kuranın birlikte yaşam projesinin aslı, tehlikede iştirak nimette taksimattır. Yöneten ve yönetilenlerle ilgili nasların emirlerinin ana esası bu ilkede yatmaktadır. Önce bu ilkeye iman edilmeli ve sonra pratiğe geçilmelidir. Aksi takdirde Şari'in tevhid projesi ihmal edilmiş olacaktır. İslam dünyasının perişanlığı bu ilkenin ihmalinde yatmaktadır. Bu ilkeyi ihlal eden kişi ve toplumlar ancak ve ancak leş mücadelesi verirler. Bunun için Kur'an adeta önce zihinsel gusül abdesti veya zihinsel hicret ilkelerine imandan sonra, pratiğe geçmiştir. Bu tevhidi ilkenin ihmali ve ihlali, güvensizlik ve kardeşlik ilkesine isyanı getirmiştir. Vahiy projesine isyan, İslam toplumlarını sürünmeye mahkûm etmiştir. Bu ana asli tevhidi ilkeden sonra, Kur'an'ın yönetimle ilgiliferi en önemli ilkeleri, özgürlük, adalet, liyakat ve şûra'dır.
ÖZGÜRLÜK İLKESİ:
(İnanç ve Düşünce Özgürlüğü)Nitekim Şarii, 'dileyen iman eder, dileyen inkar eder', 'Dinde zorlama yoktur'(Kaf, 50/45; Gaşiye, 88/22) buyurmuştur.( Kehf, 18/29) Hiçbir kimse Allah'ın kullarını, bir inanca zorlayamaz. Dileyen iman eder, dileyen inkar eder. Dinde zorlama yoktur. Medine'de kendisi Müslüman olan baba evlatlarını dine zorlamak istemişti. Allah yeryüzüne müdahale etmiş ve dinde zorlama olamayacağını temel yasa haline getirmiştir. Kılıç ve dayak zoruyla insanları dine zorlayamazsınız. Sevgi toplumu, aşk toplumu kurmak zorundayız. Korku ve dehşet saçarak ancak münafıklar çoğaltılır. ( SEVGİ KÜLTÜRÜNÜ HÂKİM KILALIM, KORKU KÜLTÜRÜNDEN SAKINALIM / İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ)
ADÂLET İLKESİ:
(Hukuk Önünde Eşitlik): Kur'an'da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri de adalettir. Bu Kur'an'ın anayasal bir ilkesidir. Üst norm niteliğindedir. Yöneten ve yönetilenler arasında birincil emirdir. Allah adaletle hükmetmeyi emreder. Bu ilkenin ihlali anayasal bir ihlaldir. Bu ilkeyi ihlal edenler her ne kadar dindar görünseler de ancak zulmederler. Adalet, insanların sığınağı, mülkün temelidir. Adalet, hükümlerde eşitliği ve dengeyi sağlar.
Devletlerin bayrağının ana direği adeta ' *عدل* ' sancağının direği ise" *قسط"*dır.' Bireylerde asıl olan ilke dürüstlüktür. Dürüstlük insan olma ilkesidir. Devletlerde asıl olan ilke adalettir. Devlet olmanın rüknü, adalettir. Desene bireylerde doğruluk ve dürüstlük, devletlerde adalet aranır. Doğruluk ve dürüstlük bir emanettir. Yalancılık bir hıyanettir.İnsan ve devletlerin yegane ilkesi dürüstlük ve adalettir.Adaletin ilkesel yönü, bir yönüyle özgürlük, bir yönüyle eşitlik ve liyakattir.Kur'an, yönetimle ilgili bazı temel ilkeler getirmiştir. Kur'an'da '*قسط ' ve '*عدل ' kavramları geçmektedir. Kuşkusuz ' kısd ' ve ' adalet ' kavramları müteradif olmadığı kanaatindeyiz. Adalet, 'bire bir karşılık, denge, denklik, eşitlik' anlamlarına gelir. Kur'an-ı Kerim'de eşitlik adaleti, "adl" terimi ile ifade edilmiştir. İnsan hakları alanı; eşitlik adaleti alanıdır. Eşitlik adaleti alanının istisnası yoktur. Dil, din, cins, ırk ayırımı yapılmaksızın bütün insanlar arasında, insan hakları açısından, tam bir eşitlik sağlanması istenmiştir.
Adalet, bireylerin kanun önünde ve mahkeme kararlarındaki hükümlerde eşitlik anlamına gelmektedir. Can, düşünce, inanç, nesil, mülkiyet, eğitim gibi haklar eşitlik ilkesi gereği adl adaletinin konusudur. Herkes, dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Adalet gereği hiç bir kişiye ve zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idari makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Kısd sözcüğü ise 'nasip, pay, kişiye hak ettiği payın verilmesi, ehil olması' anlamlarına gelir.Genellikle istihkak, liyakat ve oran adaleti ise "kısd" terimi ile ifade edilmiştir. Kısd adaleti, daha çok emanet olan devlet görevleri için kullanılmıştır.'Kısd' adaleti söz konusu olduğunda, mutlaka hak edilen bir görevden söz edilmiştir.Bu görevler emanet görevleri olup liyakat esasına dayanır. Bu görevlerde devletler varlığını devam ettirebilmek için sosyo-politik kararlar da vermişlerdir.
EMANETİ EHLİNE VERMEK İLKESİ
(Devlet Görevlerinin Taksiminde Liyakat, Tecrübe)Kur'an'da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri de emanetlerin ehline verilmesidir.( Nisa, 4/58) Bu Kur'an'ın anayasal bir ilkesidir. Üst norm niteliğindedir. Yöneten ve yönetileler arasında ikincil ve kapsamlı bir emirdir. Allah emanetleri ehline vermeyi emreder. Bu ilkenin ihlali anayasal bir ihlaldir. İşin ehline verilmesi farzdır.*إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا* İşi bilen müşrikte olsa iş ehline verilecektir. Bizden olana, bizim gibi inanana değil işi biline verilir. Herkes hukukun önünde onurludur. Namazı terk bireysel bir depremdir. Liyakati terk toplumsal bir depremdir. Bu ilkeyi ihlal edenler her ne kadar dindar görünseler de ancak devlete ve millete hıyanetlik ederler. Bir örnek verirsek; Mekke'nin Fethinden önce Kabe'nin anahtarı Osman b. Talha'daydı. Kendisi Kabe'nin bakımını yapardı. Peygamber (sav), Mekke'ye girince Kabe'de iki rekat namaz kılmak istedi. Osman b. Talha buna izin vermedi. Hz. Ali anahtarı ondan zorla aldı. Kabe'nin içine girdiler ve namaz kılıp çıktılar. Henüz Osman b. Talha Müslüman değildi, müşrikti. Peygamberimizin (sav) amcası Hz. Abbas, Kabe'nin anahtarının kendisine verilmesini istedi. Peygamberimiz (sav) de anahtarı amcasına verince, 'Allah (cc), size emanetleri ehline vermenizi emreder' ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) anahtarı, Osman b. Talha'ya geri verdi. Peygamberimiz (sav) 'Ey Osman! İşte Kabe'nin anahtarı! Bu gün iyilik ve vefa günüdür. Sen cahiliye zamanında bu vazifeyi layıkıyla yaptın. İnanıyorum ki şimdi daha güzel bir şekilde yapacaksın' buyurdu ve anahtarı herkesin huzurunda ona teslim etti. Bu büyüklüğü gören Osman Bin Talha bu din olsa olsa hak dindir deyip Müslüman oldu. Bugün bize bakıp ta dine dönen olur mu? Osman b. Talha müşrik de olsa işin ehli olduğu için görev ona verilmiştir. Müslümanlar bugün, kendi kıyametlerini kendileri koparmışlardır. Müslümanların emanet kavramını iyi anladıkları ölçüde İslam'ı da anlamış olacakları da açıktır. İnsanların, Allah ve kul haklarında emanete riayet etmesi esası önemli bir anayasal ilkedir. Peygamberimiz (sav), emaneti ehline vermeyi ciddi bir sorumluluk, millete ve devlete sadakat ölçüsü saymış, toplumsal barış ve huzur için en önemli bir ilke görmüştür.
ŞÛRÂ İLKESİ:
(Seçilmiş Meclis, İstişare Kurulu, Yasama Yetkisi, Âkil İnsanlar Topluluğu)Kur'an'da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli yürürlük ilkelerinden biri de şûra'dır. Kur'an'ın anayasal bir yönetim ilkesidir. Yöneten ve yönetileler arasında üst norm niteliğinde temel ilkedir. Bu ilkenin de ihlali anayasal bir ihlaldir. Bu ilkenin ihlali, zorba yönetim şeklidir. Yönetimin halka dayanarak halkın kendi kendisini yönetmesidir. Dini ve hukuki ittifaklar ve ihtilafların yürürlüğü nasıl sağlanacaktır. Bu yürürlük ancak yasanın niteliğine göre ya salt çoğunluk, nitelikli çoğunluk ya da ideal olan ittifakla alınan kararlarla sağlanabilir. Zira her çağa uygun kanun yapma ihtiyacı hissedilmiştir. Ehlisünnet Yöntemi (Şûra ile İcma Prensibi) bu anlamda en önemli yürürlük maddesidir. Hz. Peygamber (sav) hayatta iken yönetim hukuku alanında sorunlar yaşanmamış ancak Peygamberin vefatından sonra ümmetin dağılmadan insanlığa örnek olması hangi yöntemlerle sağlanacaktır? Bir şeyin iyi veya kötü olduğuna kim ve nasıl karar verecektir? Peygamber gibi korunmuş, (masumiyet ve masuniyet olarak) günah ve suçu bulunmayan biri de gelmeyecektir. Bunun için naslar, nasıl doğru anlaşılacaktır? Kur'an'da; (لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا )'…sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık…' buyrulur. Keza naslar, Müslümanlara doğrudan veya dolaylı olarak (أُمَّةً وَسَطًا )'orta yolu' veya (وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ ) 'ortak aklı' önermiştir. Bu bağlamda Müslümanlar arasında nasların yorumlanması, toplumsal kabul görmesi ve yürürlüğe konulmasında esas; ehlisünnet yöntemi olan şûra ile icma anlayışı tam bu noktada önemli bir ilkedir. Âlimlerin yapmış olduğu içtihatlardan hangisi ortak akılla, sûra ile icma yöntemiyle yürürlük maddesi yapılırsa bu ümmet için bağlayıcı olur. İslam hukukunun en önemli yürürlük maddesi, ehlisünnet yöntemiyle,şûra ile icma ilkesinin doğru anlaşılmasında yatmaktadır. Saygılarımla.
Prof. Dr. Hadi SAĞLAM.
Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı BAŞKANI.
İktisat / İlahiyat / Hukuk.