Ziraat Katılım, Vakıf Katılım ve Halk Katılım birleşiyor
Bankacılık sektöründe "faizsiz bankalar" olarak bilinen katılım bankaları, son yıllarda muhafazar kesim ile birlikte artan taleple bankacılık sektöründeki payını artırmış ve toplam hacmin yüzde 10'una ulaştı. Üç bankanın operasyonlarının tek çatı altında bir banka olarak birleşmesi artan talebe yönelik güçlü bir hacimle karşılaması bekleniyor.
Katılım Bankacılığı ile ilgili uzun süre araştırma yapan Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hadi Sağlam’ın yaptığı değerlendirmede:
“Katılım bankacılığı, rastlantısal bir finans tercihi değil; İslâm ekonomisinin temel ve genel esasları üzerine inşa edilmiş, üst norm niteliği taşıyan hukukî ve ahlâkî ilkelerin kurumsal karşılığıdır. Kur’ân’ın açık hükümleri, ekonomik faaliyetin meşruiyetini yalnızca kazanç elde etmeye değil; kazancın niteliğine, riskin paylaşımına ve adalet ölçüsüne bağlamaktadır. Nitekim ﴿وَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ﴾ buyruğu, sermayenin korunmasını meşru görürken; bu korumanın haksız kazanç üretmeden, paranın satın alma gücünü muhafaza edecek bir denge içinde gerçekleşmesini şart koşar. Aynı şekilde ﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ﴾ hükmü, ekonomik ilişkilerde meşruiyet sınırını net biçimde çizerek, bâtıl kazancı yalnızca faizle sınırlamayıp; riskin paylaşılmadığı, emeğin karşılığının verilmediği ve tek taraflı yük üreten bütün gelir biçimlerini kapsama alır.
Bu ilkesel çerçeve, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mali muamelât alanında vaz ettiği «لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ» kaidesiyle anayasal bir üst norm niteliği kazanır. Ne zarar vermek ne de zarara zararla karşılık vermek meşrudur. Bu ilke, ekonomik ilişkilerde tek taraflı risk aktarımının neden reddedildiğini ve katılım bankacılığının neden risk paylaşımını esas aldığını açık biçimde ortaya koyar. Aynı bağlamda الخراج بالضمان, الغنم بالغرم ve الربح ما لم يضمن kaideleri; kazancın ancak risk, emek ve sorumlulukla birlikte meşru olabileceğini ifade ederek, katılım bankacılığını yalnızca faize alternatif bir teknik model olmaktan çıkarıp, ayrı, tutarlı ve ahlâk temelli bir finans felsefesi hâline getirir. Kamu katılım bankalarının tek çatı altında birleşmesi, işte bu ilkesel zeminin parçalı yapılardan kurtarılarak kurumsal ölçekte güçlendirilmesi anlamına gelmektedir.
Tek Çatı Altında Birleşmenin Kurumsal Mantığı: Ölçek, Verimlilik ve Güven
Kamu katılım bankacılığının bugüne kadarki seyrinde temel problem, kötü niyet değil; ölçeği büyütemeyen parçalı yapı olmuştur. Benzer ürün setleriyle aynı piyasa segmentlerine yönelen kamu katılım bankalarının ayrı ayrı hareket etmesi; kaçınılmaz biçimde operasyonel tekrar, dağınık risk yönetimi ve stratejik karar alma gecikmesi üretmiştir. Tek çatı altında birleşme ise bu dağınıklığı sadeleştirerek, karar alma süreçlerini hızlandırmakta; iç denetim, uyum ve risk yönetimini tek bir kurumsal akıl altında toplamaktadır. Bu yönüyle söz konusu adım, basit bir birleşmeden önce kurumsal disiplin inşasıdır.
Daha da önemlisi, bankacılıkta gücün yalnızca sermaye büyüklüğüyle ölçülmediği; itibar, öngörülebilirlik ve standardizasyon ile de ölçüldüğü gerçeğidir. Parçalı yapı, aynı anda üç farklı kurumsal dil ve üç ayrı uygulama standardı demektir. Tek çatı altında birleşme, kamu katılım bankacılığına tek vizyon, tek standart ve tek risk dili kazandırarak piyasaya açık bir mesaj verir: Bu alan, artık geçici bir arayış değil; kalıcı ve iddialı bir kurumsal tercihtir. Böylece toplumda ve piyasalarda, yalnızca finansal değil; psikolojik ve sosyolojik bir güven eşiği de yükselir.
Rekabetin Felsefî Zemini: Mal Tasavvuru, Riskin Paylaşımı ve Finans Ahlâkı
Faizli (konvansiyonel) ve faizsiz (katılım) finansın rekabeti, yalnızca ürün rekabeti değildir; gerçekte bu, iki farklı para–mal tasavvurunun rekabetidir. Bir yaklaşım parayı bizatihi değer üreten bir varlık gibi konumlandırırken, diğer yaklaşım parayı mübadele aracı olarak görür; değer üretimini reel ticaret ve emek–sermaye ortaklığı üzerinden temellendirir. Bu fark, katılım bankacılığının “faiz hassasiyeti” ile sınırlı olmadığını; hukukî ve ahlâkî bir ekonomi dili taşıdığını göstermektedir.
Katılım bankacılığının mali muamelât omurgasını oluşturan الخراج بالضمان ve الغنم بالغرم kaideleri, kazancın riskle birlikte meşru olabileceğini ifade eder. Bu çerçevede الربح ما لم يضمن ilkesi, tek taraflı risk aktarımına dayalı kazanç biçimlerinin neden reddedildiğini teorik zemine bağlar. Dolayısıyla mesele yalnızca “faiz var mı yok mu” sorusu değildir; mesele, riskin kimde toplandığı ve kazancın hangi hukukî–ahlâkî gerekçeyle meşrulaştığıdır.
Bu nedenle güçlü bir kamu katılım bankası, faizli sistemi zayıflatmak için değil; rekabeti dengelemek ve derinleştirmek için gereklidir. Rekabet, ancak taraflar kurumsal olarak güçlü olduğunda nitelikli hâle gelir. Katılım bankacılığının murâbaha, müşâreke, mudârabe ve icâre gibi yöntemlerle reel ekonomiyle kurduğu bağ, konvansiyonel bankacılığa karşı bir tehdit değil; finansal ekosistem için gerçek bir alternatif üretme kapasitesidir.
Makro İktisadî Etki: Reel Sektöre Erişim, Sermaye Derinliği ve Toplumsal Rıza
Birleşmenin en kritik sonucu, reel sektör finansmanında derinleşme imkânıdır. Daha büyük bilanço, daha güçlü sermaye yeterliliği ve daha etkin fonlama kapasitesi; yatırımın finansmanında daha hızlı ve daha güçlü bir aktör ortaya çıkarır. Katılım bankacılığı açısından bu durum, yalnızca kredi hacminin büyümesi değil; reel varlıkla irtibatlı finansman iddiasının daha geniş ölçekte sınanmasıdır.
Toplumsal memnuniyetin kaynağı da tam olarak buradadır. Toplum, karmaşık yapıların sadeleşmesini ve kurumsal ciddiyetin artmasını doğru okur. Nitekim ﴿وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَىٰ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ﴾ buyruğu, kurumsal düzlemde de açık bir ölçü sunar: Finansın yönü, toplumsal yararı büyüten ve haksız yük transferini azaltan bir çizgide olmalıdır. Bu birleşme, doğru yönetildiği takdirde, tam da bu çizgiye hizmet edebilecek ciddi bir imkân üretmektedir.
Sonuç: Kamu katılım bankalarının tek çatı altında birleşmesi, yalnızca kurumsal bir sadeleşme değil; iki farklı finans felsefesinin daha adil, daha şeffaf ve daha sağlıklı rekabet edebilmesi için atılmış stratejik bir adımdır. Parçalı kapasiteyi tek elde toplayan bu karar, katılım bankacılığının risk paylaşımı, reel sektörle bağ ve finans ahlâkı iddiasını güçlendirme fırsatı sunmaktadır. Bu yönüyle atılan adım, hem bankacılık rasyonalitesi hem de İslâm hukukunun mali muamelât ilkeleri açısından takdiri fazlasıyla hak eden bir gelişmedir. Türkiye ekonomisi, kurumsal kapasitesi büyüyen ve rekabeti derinleşen bu finans mimarisiyle, önümüzdeki dönemde daha sağlam bir ivme yakalayacaktır.”