BİR GÖNÜL Kİ GÜLMEYECEK…!
Çocukluk dönemimiz ne kadar da hızlı geçti. Çocukken bile bir dünya kadar onurlu, Everest tepesi kadar anlamlı bir duruşumuz vardı. Baharı ve yazı özler, güneşe hep hasrettik. Elbiselerimiz yırtık olsa da yüreğimiz sevgi doluydu. Her gün bambaşka bir güne uyanırdık. Bir gayemiz, bir hedefimiz vardı. Adil bir dünya kurmak hayallerimizi süslerdi.
Bir gün Milli Türk Talebe Birliğine davet edildim. Hemen kitaplık kolu başkanı seçildim. Nöronları heyecanlı arkadaşlarla buluştum. Her birinin ümitleri taze ve güneşin doğmasını bekliyorlardı. Gecelerimiz bir anlam taşırdı. Bir kişi bile bulsak altın bulmuş gibi sevinirdik. Hep düşlerimizi adil bir dünya kurmak için süslerdi.
Muhammedi bir ruhla asker gibi manalı toplantılar yapardık. Sporumuzu, şarkımızı toplu olarak marşlara dökerdik. Bir gayemiz ve bir hedefimiz vardı. Cehaletle mücadele edecektik. Hukuk mücadelesi verecektik. Zira güneş şarktan çoktan doğmuştu. Ev ev, köy köy gezerdik davamızı anlatırdık. Öyle ki adil bir düzen kurmak hayallerimizi süslemişti.
Bir dava adamı tanımıştık. Günlerce hep onu beklerdik. Mitinkilerde saatlerce hep onu beklerdik. Televizyonlarda hep onu beklerdik. Hak ve hukuk adına hikâyelerimiz vardı. Sıvasından Konya’sına Türkiye’nin her yerinde çiçekler açmıştı. Adil bir dünya kurma özlemiyle hep yollara düşerdik.
Bize yollarda herkes selam verirdi. Muhammedi bir terbiyemiz vardı. İnsanlık için fedakâr ve güzel yüreklere seccadeler sererdik. Onun mektebinden yetiştik, onun yaktığı ateşte ısındık. O ateşe hep odun taşıdık. Bir çınar ağacı gibi büyüdükçe büyüdük. Gölgesi, tüm mazlumların sığınağı, limanı olmuştu. Güneşi gördük ve sevindik. Nice umutlar besledik. Adalet ve hukuk uğruna, cehaletin yok edilmesi uğruna ne umutlarımız vardı. Peygamberimiz gibi adil bir düzen kurma hayallerimiz vardı.
Adil bir düzen kurmak düşlerimizi çalmıştı. Ülkemizdeki mazlumların umudu, dünya mazlumlarının duası olmuştuk. İnsanlığa âşık bir liderimiz, bir Erbakan’ımız vardı. Yarını bugünden gören, özgüveni ve inancı ışık saçan, Anadolu’da bin bir çiçek yetiştirmişti. Hepimizin ona bir vefa borcu vardı. Külleri içerisinden bir kıvılcım gibi yüreklerde ateş yakmıştı. Adil bir sevgi toplumu kurmak hedefimizdi.
Gayemiz insanlık adına adil bir düzen kurmaktı. Hedefimiz, çocuklarımıza torpilsiz, referanssız, hak edenin hakkını aldığı, onurlu bir sistem kurmaktı. Onurlu insan yetiştirmek için adalet kapısının kilidini açmaktı. Ben komşumdan soğan bile isteyemem, param olmazsa aç gezerim. Referans diye uydurdukları şeytani izahlarla insanlar hakkında ahkâm kesiyorlardı. Dünyanın ve makamların sahipleri vardı. Hak etsen ne ki mülkün sahipleri vardı. Hemen her konuda torpil, iltimas ve referans ilke olmuştu. Kurumları ellerine geçirenler kendi mülkleri gibi tasarruf ediyorlardı. Kader her birimize bir yol çizmişti. Kaderimize boyun eğdik, Anadolu’mun güzel bir kentinde hep gölgede kaldık ve üşüdük. Adeta baykuş gibi viran bir yurda konmuştuk.
Vay benim ülkemde seherinde artık horozlar da ötmez olmuştu. Makam ve mevkiler çoğunlukla liyakatsiz insanlarla dolmuştu. Altın olsan ne ki, el ve etek öpmeden bir makam ve mevki alman, bir gencin görev alması adeta imkânsız hale gelmişti. Anayasa referandumunda evet çıksın çok istedim. Belki Anayasamız değişirse bu çağ dışı uygulamalara son verilir sanmıştım. Umarım ülkemde adil idari ve sosyal hukuk düzeni olur ummuştum.
Yavrularımıza güzel bir Türkiye bırakırız sanmıştım. Leş kavgası veren menfaat şebekelerinin gölgesinde oturmaktan bıkmıştık. Tek isteğimiz bütün milletimizin için huzur ve refahtı. Çocuklarımızdan utanmamak için onlara güzel ve Türkiye bırakmaktı. Biri ağlarken biri gülen, komşusu aç gezerken tok yatamazdık. İlkelerimize adeta isyan etmiş, vicdanlarımız kanamıştı.
Mafyalaşmış güçlü grupların istilasını görünce, adaleti sağlamanın ne kadar dazor olacağını bugün daha iyi anlıyoruz. Anayasa değişikliğindeki referanduma EVET ile güneş doğsun artık diye hep umut beslemiştik. Mazlumlar, tutunacak bir dal, sığınacak bir liman arıyorlardı. Onlara sözümüz vardı. Bırak onları, kendi derdimizi bile kimselere anlatamadık. Omuzlarımızda taşıdığımız insanlar bindikleri dalları bir bir kesiyorlardı. Buna vefasızlık denirdi. Desene bir fasığın haberi prim yapıyordu. Adeta kurum içleri örgüt haline gelmiş, kendi rahatlarından başka kimseyi düşünmüyorlardı. Kurumlar adeta sahiplenmiş, kimse kimseyi istemiyordu. Problem çözmekten ziyade, kendileri problem olan insanlarla dolmuş, kurumları kendi çiftlikleri sanıyorlar. Bu yüzden bugün, ezanlar dargın, yollar dargın, insanlar dargın, dargın bir toplum yapısı oluşmuşsa, vicdanlar kanamışsa, hiç kimse huzurlu olamayacaktır. Allah mühlet verir ama asla ihmal etmez. Hani derler ya avcı bu dağları sen mi yarattın?
Belki Anayasa değişikliği ile bir liman buluruz sanmıştık. Adil bir düzen kurmak için haydi Türkiye’m bu son şansın demiştik. Bir yıldız mı kaydı bilemiyorum..! Yeni anayasa değişikliği problemlere çare olur mu? onu da bilemiyorum. Kimse kimsenin derdini ve problemlerini ne duyuyor ne işitiyor, ne de çözüyor. Bir insanın üzerine bu kadar yük yüklenir mi onu da bilemiyorum. Bir yerlerde yanlışlık mı yapıyoruz bilemiyorum. Yeni anayasa değişikliği ile problemlerimizinçözüleceğine inancım kalmadığını ifade etmek istiyorum. Meselenin anayasa değişikliği olmadığını, meselenin insan zihniyetinin değişmesinde yattığına inanıyorum. Umarım yanılırım. Cumhuriyetimizin 2. yüzyılının özgürlük, barış ve huzur getirmesini, beyaz bir sayfa açılarak yeni bir başlangıç yapılmasını diliyorum. Aksi takdirde bir gönül ki gülmeyecek,…! Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam