Hukuk mücadelesi nedir? İktidar ve ganimet nasıl kazanılır?

Hukuk devletinde, (yönetenler ile yönetilenler arasında) hiçbir vatandaşa imtiyaz tanınamaz. Hukuk devletinin vatandaşları, eşit haklara sahiptirler.

KURTULUŞ REÇETEMİZİN İKİNCİ İLACI

HUKUK DEVLETİ KURMAKTIR…!

Bu yazımda, İslam toplumlarının, hukuk devleti kurmada, ciddi problemlerinin olduğuna, hukuk devleti konusunu objektif olarak kaleme alıp bir analiz yapmak istiyorum. Bu bağlamda hiç bir lokal iktidarı veya devleti, eleştirmemiz haddimiz olmadığını da biliyorum. Ancak yeryüzüne bir düzen koymayı murat eden Şâriin önerdiği bazı ilkelere temas etmeyi de görev biliyorum. Bu sebeple yazımızda, hukuk düzeni kurmada problemlerimizin kaynağının neler olduğuna, akademik bir bakış açısıyla ele almayı düşünüyorum.

Bilindiği gibi tarihteki savaşlar sonucunda elde edilen ganimetlerin taksimi gibi, iktidarı ele geçirenlerin, sanki savaş kazanmışlar gibi, devletin imkânlarını âdeta klasik dönemin ganimet taksimine konu yapmaları, hukuk devleti anlayışıyla taban tabana zıt olsa gerektir. İktidarlar, hukuk devletinde, devletin imkânlarını, kendilerinin veya yandaşlarının çıkarları için kullanamazlar.  Keza devleti, kendilerinin bir ticari işletmesi olarak da göremezler. Devlet ise hepimizin sığınağı ve barınağıdır. Hukuk devletinde, (yönetenler ile yönetilenler arasında) hiçbir vatandaşa imtiyaz tanınamaz. Hukuk devletinin vatandaşları, eşit haklara sahiptirler. اِنَّاللّٰهَيَأْمُرُبِالْعَدْلِ     Allah’ın emrine boyun eğerler. Bu emirleri ihlalini, anayasal bir ihlal kabul ederler.

İktidarların asli görevi, hukuk düzenini ve hukuk devletini kurmak olmalıdır. Devletin imkânlarını kendi çıkarları için kullanamazlar. Devletin kurumlarını kendilerine veya yandaşlarına imtiyaz aracı yapamazlar.  Zira Hz. Ömer döneminde devletin imkânlarını kullanarak gelir elde edenlerin mallarının müsadere edildiği de bilinmektedir. Desene kamu malını, vakıf malı gibi görmeliyiz. Zira kamu sorumluluğu, en ağır sorumluluktur. اِنَّاللّٰهَيَأْمُرُكُمْاَنْتُؤَدُّواالْاَمَانَاتِاِلٰٓىاَهْلِهَاۙ    

Din kardeşliği nedir? Mülkün sahibi kimdir? Din kardeşliği nedir? Mülkün sahibi kimdir?

Kamunun emanet görevleri, liyakat esasına dayanmaktadır. Tarihten günümüze bütün sorun, hukuk devleti olamamaktan kaynaklandığı sanılmaktadır.

DEVLET MALI NASIL KORUNMALI

Devletin kurumlarında emanet görev alanlar, bu emanete hıyanetlik etmemeleri, kamunun kurumlarını kendi çiftliği gibi görmemeleri gerekmektedir.  Kendi malında dilediği gibi tasarruf etme hakkının, kamunun emanet kurumlarında da aynı görmesi hukuk devleti anlayışına bir isyan olsa gerektir. Milletin malının ve makamının koruyucusu ve emanetçisi olanlar, bal tutan parmağını yalar misali, çağ dışı söylemlerle adeta cehennemdeki odunlarını hazırlarlar.  Bu zihinsel hastalıktan kurtulmak için hukuk devleti inancının yerleştirilmesi zorunlu olsa gerektir.

Tarihten günümüze genellikle iktidar olma mücadelesi verilmiştir. İktidar olmak için de her yola başvurulmuş, her yol mubah sayılmıştır. Öyle ki savaş hiledir mantığını, siyaset hiledir mantığına evirmişler, tarihten günümüze kardeşini yok etmek için ölüm dâhil her yola başvurmuşlardır. İktidar olmanın, hukuk devleti kurma yolunda bir hizmet yarışı mücadelesi olması gerekirken; devletin imkânlarını ve kurumlarını, ganimet gibi paylaşma, imtiyaz ve itibar kazanma aracı yapmışlardır. İktidarlar, halkına hizmet için hukuk devleti kurma mantığına tekraren dönmelidirler. İslam dünyasının perişanlığı ve kurtuluş reçetesi hukuk devleti kurmaktan geçmektedir. Hukuk devleti kuramadığımız sürece, bütün İslam toplumları cehennemde yaşayacağız bilesiniz.

Hukuk devleti kurmak için de birlikte yaşam tevhidinin ilkelerine imanın gerekliliğini esas almalıyız. Devletin kurumlarını bir an önce ganimet mantığından çıkarmalıyız. Hukuk devleti mantığına tekraren evirmeliyiz. Bugün siyaset, evlendirme partisinden daha çok rağbet görüyorsa; bu ahirete yönelik hizmet aşkımızdan ziyade dünya menfaatine yönelik olsa gerektir. Sonuçta her birey ve devletin, birinci asli görevi hukuk mücadelesi vermek olmalıdır.

Halkın yetkilendirdiği iktidarlar, tarihteki ganimet anlayışı mantığının hâkimiyetinin sürdürülmesine asla imkân vermemelidirler. Bilindiği gibi İslam öncesi örf ve adet gereği, ele geçirilen kervanlar veya savaştan elde edilen ganimetlerin beşte dördü savaşanların, beşte biri ise kamuya ayrılması, bugün dahi bir şekilde devam ettirilmiştir. İslam dünyasında iktidar yetkisini alanlar, iktidar nimetlerinin adeta beşte dördünü kendi yandaşlarına, beşte birini de diğer vatandaşlarına reva görmeleri, hukuk devleti olamadığımızın bir göstergesi olsa gerektir.

KAMU KAYNAKLARI VE GANİMET

Bugün geri kalmış toplumlarda iktidarı ele geçirenler, âdeta hem kamu kaynaklarını eline geçirmiş ve zenginleşmeye çalışmışlar, hem de yandaşlarına (bu ganimet mantığı gereği) imkânlar hazırlamışlardır. Böylece yasaları kendi lehlerine çıkararak, kendilerinin kilo almalarına zemin hazırlamışlardır. Bu durum, kanun devleti olsak da hukuk devleti olamadığımızın bir göstergesi olsa gerektir. Oysa emanet görevlerde haksız bir makam ve gelir elde etmek, riba okyanusuna dalmak gibidir. Bu da kamu düzenine ve hukuk devletine bir tür savaş ilanı sayılmalıdır.

Sonuçta ekseri İslam toplumları, hukuk devleti kuramamış, adeta taraftarlarına yasal bir soygunun gerçekleşmesine zemin hazırlamışlardır. İktidarı ele geçirenler, kendilerinin veya yandaşlarına imtiyazlar tanımaktan ziyade, hukuk devleti kurmak için çaba sarf etmelidirler. İslam toplumlarında iktidar olmak, hukuk devleti kurmaktan ziyade, kendileri için âdeta imtiyaz ve itibar yolu görülmüş, ganimet mantığı hâkim kılınmış, bu ganimetten istifade edenlerin bu haksızlıklara ses çıkarmadığı bir yola dönüştürülmüştür. Böylece, ganimetten paylarını alanların haksızlıklara karşı çıkmasının önü de kesilmiştir. Bu tür toplumlarda, hukuk devletinin kurulması bir hayli zor olacağa benzemektedir.

Yoksa bir evden bir kurban yeter diyenler, halkın sorumluluğunu yüklenmenin ne kadar büyük mesuliyet olduğuna müdriktirler. Bu göreve talip olmaları, hizmet aşkından ziyade, kendilerine tanınan imtiyaz ve itibarın cazibeliği olsa gerektir. Hukuk devletinde, idare eden ve edilenler arasında bir imtiyaz ve itibar farklılığı olmamalıdır. Tarihten bugüne bütün problem, hukuk devleti olamamanın sancılarının yaşandığını görmekteyiz.

Bugün de hukuk devleti mücadelesi, “hukuk (şeriat) mücadelesi” halen devam etmektedir. Bütün Peygamberlerin ve akıllı insanoğlunun esasta hakkına razı olma ödevi de bulunmaktadır. قُمْفَأَنذِرْ Bu ayet ise bize, okuyup öğrendiğini, sosyal hayatta pratiğe yansıtmak için hukuka göre hareket etmemiz gerektiğine vurgu yapmıştır. Böylece insanlığın tevhit ilkesinin temeli, hukuk düzeniyle atılmıştır. Bu  genel esaslar, İslam dininin de asli genel ilkesi kabul edilmiştir. Bütün Peygamberlerin ve akıllı kâmil her bir insanoğlunun asli görevi, birlikte yaşam projesinin tevhidi ilkelerini esas alarak, hukuk  (şeriat) düzeni kurma mücadelesi verme zorunluluğu bulunmaktadır.

Bu bağlamda her Peygamber, sosyal hayatta, vahyin belirlediği sosyal siyasete uyarak, hukuk mücadelesi vermiş oldukları da anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi tevhit akidesine göre, her insan eşit yaratıldığı, eşit haklara sahip olduğu gerçeğinden hareket edilmelidir.  Hukuk devletinde, tevhidi sağlayamayan toplumlar, özgürlüğünü kaybetmiş modern köle toplumlar olsa gerektir.

Bugün her ne kadar köleliğin şekli değişmiş olsa da esasta kölelik sadece karın tokluğuna çalışan, başkasının kafasıyla düşünen ve gezen insan topluluklarından oluşur. Bu toplumlarda bireyler, ya haksız gelir elde edilen riba / sömürüsüne maruz kalırlar ya da istibdat altında cehennemi yaşarlar. Tevhit akidesini gerçekleştirmek için öncelikle hukuki (şer’i) düzenleme yanında bu hukuki düzenlemeyi (hak ve yasa kavramını) toplumsal kabul haline dönüştürmek gerekmektedir. Toplumlarda hukuk ve yasa kavramının bilinci ve inancının yerleştirilmesi kolay olmayacağa benzemektedir.

HAK VE HUKUK ARAYIŞI

Bu bağlamda tarihten günümüze menfaat ve çıkar kavgaları pek çok haksızlıklara sebebiyet vermiştir. İnsanoğlu, dün olduğu gibi bugün de hak ve hukuk kavramlarını istismar etmiş, tevhidi akideyi gerçekleştirememiş, hukuk devleti kuramadığından halen sömürülmekte olduğu görülmektedir.

Artık insanoğlu o kadar istismar edilmiş ki bugün insanların sözleri doğru bile olsa güvensizlik hat safhaya çıkmıştır. Bu da hak ve hukuk kavramlarının yozlaşmasından kaynaklandığı sanılmaktadır. Desene insanların zihinlerinde hak ve hukuku yerleştirmek toplumlar için kolay olmayacaktır. وَاَمْرُهُمْشُورٰىبَيْنَهُمْۖ Bunun için “ehlisünnet yöntemi” ve “ehlü’l hal ve’lakd” ilkelerine hararetle ihtiyacımız bulunmaktadır.

Dün ahirete inanç kavramıyla, bu haksızlıklar önlenmeye çalışılmış olsa da bugün bu ahiret inancı zayıfladığından çoğu kez dünyada hukuki yaptırımı olamamaktadır. Bugün bu haksızlıkların karşılığını adeta ahirette alırsın mantığı yaygın bir yaptırım olarak benimsenmiştir. Desene hesapları ödemek ahirete kalmıştır. Bugün hükmün ahirete ertelenmesi kararı, suç tekerrür etse de halen devam etmektedir.

Sonuçta hemen her Peygamber, yeryüzünde cehaletle savaşmak ve hukuk mücadelesi vermek için görevlendirilmiştir. Her akıllı insanın görevi de, bu iki genel mücadeleyi vermekle sorumludurlar. Öyle ki insanlar, doğuştan eşit haklarla doğdukları kabulü yanında, adil bir hukuk düzeni kurmaları için, tevhidi bir anlayışı hâkim kılmak sorumluluğunu da yüklenmişlerdir. Kurtuluşumuz, ancak ve ancak hukuk devleti olmakta yatmaktadır. Herkesin cennette yaşaması adeta hukuk devleti olmaktan geçmektedir. Hukuk devletinde, herkes önünü görebilecektir bilesiniz. Saygılarımla. Prof. Dr. Hadi Sağlam