Günümüzde borç ilişkilerinde en çok tartışılan mesele, altın veya döviz (özellikle dolar) üzerinden borç vermedir.
BORÇTA ADALET: ALTIN MI, DOLAR MI, HAKKANİYET Mİ?
1. Ne Zarar Ver, Ne Zarar Gör
Borç ilişkileri, insan hayatının en eski ama en hassas alanlarından biridir. Bir tarafın zarara uğraması, diğerinin haksız kazanç elde etmesi, en çok bu alanda görülür. İslâm hukukunun temel ilkesi, Hz. Peygamber’in ﷺ şu sözüyle ifade edilmiştir: لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ فِي الإِسْلَام“İslâm’da zarar vermek de yok, zarar görmek de.” (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta, Akdıyye, 31)Bu hadisin özünde, adaletin ekonomik izdüşümü vardır. İslâm’ın bütün mali hükümleri, bu prensip etrafında şekillenir. Borç ilişkisinde bir tarafın mutlak kazancı, diğerinin mutlak zararı varsa, bu ilişki şer‘an kusurludur.
1. Altın ve Dolar Borcunda Adalet Sorunu
Günümüzde borç ilişkilerinde en çok tartışılan mesele, altın veya döviz (özellikle dolar) üzerinden borç vermedir. Altın ve doların değeri bizim ekonomimizde belirlenmemekte; uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar, yerli borç ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Bu durumda bir taraf kazançlı, diğeri zararlı çıkmakta; böylece “lâ darar ve lâ dirâr” ilkesi ihlal edilmektedir.
Klasik fıkıhta borç (karz) akdinin amacı yardımlaşmadır. Borçtan kazanç beklemek ribâdır. İbn Kudâme’nin ifadesiyle, “karz bir ihsandır; fazlasını istemek, ihsanı iptal eder.” (el-Muğnî, IV, 358). Ancak modern dönemde para değerlerinin hızla değişmesi, hem altın hem döviz borçlarını hem alacaklı hem borçlu açısından riskli hâle getirmiştir. Bir borç 1 yıl sonra ödendiğinde, dolar veya altın yüzde 40 artarsa borçlu ezilir; değer düşerse alacaklı mağdur olur.Her hâlükârda biri zarar eder — bu da adalet ve denge ilkesine aykırıdır.
2. Sermayenin Aslı Sizindir: (وَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ)
Kur’an, bu dengeyi şu ayetle ifade eder: وَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ“Mallarınızın asılları sizindir; ne zulmedin ne de zulme uğrayın.” (Bakara, 2/279)Bu ayet, borçta hakkaniyetin özüdür. Alacaklı anaparasını alır, ama fazlasını talep etmez; borçlu da borcunu eksik ödemeyerek zulme sebep olmaz. Yani Kur’an, borçta “kazanmak” değil, dengeyi korumak ilkesini koymuştur. Bugün altın ve dolar borçlarında bu denge kalmamıştır. Altın, dolar ve hatta kripto varlıklar gibi dış referanslı değerler, iki tarafın da iradesi dışında değiştiğinden, borç ilişkisinde kaçınılmaz olarak bir taraf mağdur olmaktadır.
3. Fetva Meclislerinin Değerlendirmesi
Uluslararası İslâm Fıkıh Akademisi (IIFA), 2003 Kuala Lumpur oturumunda, parasal istikrarsızlık dönemlerinde borçların “adalet ölçüsüyle” tazmini gerektiğini vurgulamış; bu durumda “taraflar arasında zarar denkleştirmesi yapılabileceğini” belirtmiştir (IIFA, Karar No. 140 [15/7]). Mecmaʿu’l-Fıkhi’l-İslâmî (Rabıta, Mekke) ise 2001’deki kararında, borç ilişkilerinde altın ve dövizin doğrudan kıstas alınmasının,“لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ” ilkesine aykırı olduğunu, yerel fiyat endeksleri veya paranın reel değeri esas alınarak ödeme yapılabileceğini ifade etmiştir. Bu fetvalar, İslâm hukukunun temelinde bulunan hakkaniyet ilkesinin çağdaş ekonomik ortama nasıl uygulanabileceğini gösterir.
4. Hakkaniyetin Yeni Ölçüsü: Satın Alma Gücü
Borçta adalet, nominal rakamların eşitliğinde değil, fiilî değerin korunmasında aranır. Bir kimse 10.000 lira borç aldıysa, bir yıl sonra aynı alım gücünü iade etmelidir. Yani miktar değil, değer eşitliği esastır. Bu nedenle devletin resmî istatistik verileri (TÜİK enflasyon oranları),veya ticaret odalarının yerel fiyat endeksleri birer adalet göstergesi olarak kullanılabilir. Bu veriler, taraflar arasında makul bir denge kurarak borcu zarar vermeyen bir ilişkiye dönüştürür. Böylece borç, altın veya dolar gibi dışa bağımlı göstergelere değil,yerel ekonomik gerçeklere dayanır; ne zarar verilir, ne zarar görülür.
5. Kâr Ortak, Zarar Nerede?
Bugün herkes “İslâmî finans”, “katılım bankacılığı”, “kâr-zarar ortaklığı” diyor; ama pratikte kimse zarara ortak olmuyor. Kâr paylaşımı var, zarar paylaşımı yok. Oysa İslâm ekonomisinin özü, “hem kârda hem zararda ortaklık” ilkesidir. الْمُؤْمِنُونَ عِنْدَ شُرُوطِهِم“Müminler, akdettikleri şartlara bağlıdır.” (Tirmizî, Ahkâm, 17) Gerçek ortaklık, sadece kâr paylaşımı değil, risk ve sorumluluk paylaşımıdır. Zararı tek tarafa yükleyen hiçbir sistem, İslâm’ın adalet anlayışıyla bağdaşmaz.
6. Borçta Ahlakî Denge
Borç sadece hukukî değil, aynı zamanda ahlakî bir ilişkidir. Borç verirken niyet, kâr elde etmek değil, yardım etmek olmalıdır. Alacaklı, borçlunun zayıflığından menfaat sağlarsa ribâya düşer; borçlu da ödeme gücü olduğu hâlde ödemeyi geciktirirse zulmetmiş olur. Hz. Peygamber ﷺ buyurur: مَطْلُ الْغَنِيِّ ظُلْمٌ“Zengin olup da borcunu ödemeyi geciktiren kimse zalimdir.” (Buhârî, İstikrâz, 12) Borç ilişkisi adalet üzerine kurulmazsa, dayanışma değil sömürü haline gelir.
7. Sonuç: Hakkaniyet, Adaletin Ekonomik Adıdır
Borçta asıl hedef, taraflardan birinin değil, adaletin kazanmasıdır. Altın ve dolar borçları, iki taraf arasında sistematik zarar doğuruyorsa, bu işlem ne kadar yasal görünse de şer‘an sorunludur. Bugün ihtiyaç duyulan şey, yeni kavramlar değil; eski ilkelerin yeniden uygulanmasıdır: لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ فِي الإِسْلَامِ – Zarar vermek de yok, zarar görmek de yoktur.
وَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ – Mallarınızın asılları sizindir; ne zulmedin ne zulme uğrayın. Gerçek hakkaniyet, paranın değil, vicdanın terazisindedir. Adalet, kârda değil; zararı paylaşabilme erdeminde gizlidir.
Prof. Dr. Hadi Sağlam İslâm Hukuku, İktisat ve Hukuk Alanında Akademisyen