Tevhid, inancın kökü; şeriat, onun dallarıdır. Kök sağlam kalırsa dal yeşerir; dal kurursa kök de beslenemez. Din sabittir, şeriat (yasa) değişir; çünkü vahyin özü sabit, hayatın şartları değişkendir.
DİNİN KÖKÜ TEVHİD, DALLARI ŞERİATTIR
1. İnanç Damarı: Dinin Kalbi Tevhiddir
Din, insanoğlunun en kadim sorusuna —“Nereden geldim, nereye gidiyorum?”— verdiği cevabın adıdır. Bu cevabın özü tevhiddir. Kur’ân-ı Kerim, hukuk inşa etmeden önce kalbi inşa etmiştir. “Ey insanlar! Rabbinize ibadet edin” (Bakara, 2/21) hitabı, bu ilahî metodolojiyi özetler. Tevhid, sadece bir inanç cümlesi değil; insan aklını, vicdanını ve düzenini birleştiren ontolojik denge merkezidir. Bütün peygamberler, farklı zamanlarda aynı kökü sulamıştır. Zaman değişmiş, toplum değişmiş, ama kök değişmemiştir. Tevhid akidesi, bu yönüyle bütün dinlerin ortak ahlâkî anayasasıdır.
2. İbadet: İnancın Bedene Dökülmüş Hâli
İnanç, sadece kalpte taşındığında soyut bir düşüncedir; ibadetle ete kemiğe büründüğünde somut bir hayata dönüşür. Namaz, oruç, zekât ve hac; hepsi insanın zamanı, nefsi, malı ve mekânıyla sınavıdır. Bu nedenle ibadetler sadece ritüel değil, insan iradesinin terbiye alanıdır. Her ibadet, kulun Rabbine farklı bir frekansta bağlanmasını sağlar: oruç sabrı, zekât paylaşmayı, namaz teslimiyeti öğretir. Kur’ân, ibadetleri imanla birlikte zikrederek dinin sosyolojik fonksiyonuna da dikkat çeker (Nahl, 16/97). Çünkü ibadet, sadece bireysel bir eylem değil; toplumu adalet, yardımlaşma ve merhamet zemininde birleştiren ahlâkî sistemin direğidir.
3. Vahyin Tedrici Akışı: Hukukun Sosyal Ahlâkla Buluşması
Kur’ân’ın indirilişi, bir hukuk kitabının değil, bir toplumsal dönüşüm projesinin adımıdır. Vahiy, bir anda indirilip dayatılmamış; yirmi üç yılda, insanın gelişim ritmine uygun biçimde peyderpey inmiştir. Bu tedricilik, İslâm hukukunun evrimsel karakterini ortaya koyar. Şâri, hüküm koyarken toplumun örfünü ve sosyo-ekonomik yapısını dikkate almıştır. Bu, vahyin topluma tepeden inen bir buyruk değil; tarihin içinden yükselen bir bilinç olduğunu gösterir. Cahiliye toplumundaki yanlış adetleri bir anda yıkmak yerine, onları bilinçle ıslah etmiş; örf ve geleneği ahlâkın hizmetine vermiştir (Mâide, 5/3). İşte bu yüzden İslâm hukuku, donmuş kural değil; dinamik ilke üzerine kuruludur.
4. Tevhid Ruh, Şeriat Beden: Değişmeyen Öz, Yenilenen Form
Din, tevhid esasına dayanan evrensel ruh; şeriat ise bu ruhun toplumsal bedeni, yani yürüyen biçimidir. Tevhid güneştir, şeriat onun zamanlara yansıyan ışığıdır. Bir kökün farklı topraklarda farklı ağaçlar vermesi gibi, her ümmete farklı şeriatlar gönderilmiştir (Mâide, 5/48).Bu farklılık, dinin değiştiği değil, şartların değiştiği anlamına gelir. Din sabittir; çünkü iman, ahlâk, tevazu ve adalet değişmez. Şeriat ise değişir; çünkü toplum, zaman ve ekonomi değişir. Vahyin amacı, formu ebedîleştirmek değil, adaleti süreklileştirmektir.
5. İçtihadın İhmal Edilen Alanı: Donmuş Akıl, Donuk Yorum
İçtihat, ilahî metinlerin donmuş lafzını çağın aklıyla buluşturan köprüdür. Ne var ki İslâm tarihi boyunca bu köprü, zamanla bakımsız kalmış; müçtehitlerin cesareti taklit zincirlerine mahkûm edilmiştir. Bazı dönemlerde içtihatlar kutsallaştırılmış, insan sözü Tanrı sözüne eş tutulmuştur. Bu durum, aklın üretkenliğini felce uğratmış, fıkhın ufkunu daraltmıştır. Kur’ân’ın “Düşünmez misiniz?” (Yûnus, 10/3) uyarısı, bu felci aşmaya çağrıdır. Aklın düşmesi, dinin zayıflamasıdır; çünkü din, akılla anlaşılır, kalple yaşanır.
İçtihadın yeniden ihyası, sadece hukukî değil, zihinsel bir diriliş hareketidir.
6. Şâri’nin Maksadı: Maslahat ve Adalet Dengesi
İslâm hukukunun özü, şekil değil amaçtır (makâsıd).Her ilahî emir, insanın ve toplumun yararını hedefleyen bir maslahat taşır (Mâide, 5/8). Şeriatın nihai amacı adalettir; çünkü adalet, imanın toplumsal yüzüdür. Bu nedenle lafza takılı kalan anlayış, maksadı kaybeder. Dinin amacı şekli sürdürmek değil, ahlâkı korumaktır. Maslahat kavramı, İslâm hukukunun değişen şartlara uyum kabiliyetidir. Bu kavrayış kaybedildiğinde, hukuk ölü bir kalıba dönüşür; dinin ruhu, toplumsal faydadan kopar.
7. Değişim Yasası: Hukukun Yenilenmesi Bir Zarurettir
Bilim, teknik, ekonomi, aile yapısı ve kültür hızla değişirken hukuk sabit kalamaz. “Her dönemin bir hükmü vardır” (Ra‘d, 13/38) ayeti, İslâm’ın değişim ilkesidir. Tarihte içtihat donduğu anda, toplumun dinamizmi de donmuştur. Din sabit alandır, ama şeriat zamanın hareketli aynasıdır. Bu aynayı cilalamayan toplumlar, gerçeği bulanık görür. Yenilenmeyen hukuk, adalet üretmez; sadece geçmişin gölgesini taşır. İslâm’ın terakki ruhu, tecdid (yenilenme) ilkesine dayanır. Tecdid, dinin özünü değil, formunu çağın diline tercüme etmektir.
8. Ortak Akıl ve Kurumsal Sorumluluk
Bu yenilenme süreci bireysel kahramanlıkla değil, şûrâ ve icma ilkeleriyle yürütülmelidir. Ehl-i Sünnet geleneği, bu nedenle içtihadı kurumsallaştırmıştır. Bugün bu sorumluluğun merkezinde Diyanet İşleri Başkanlığı bulunmaktadır. Diyanet, sadece fetva kurumu değil, metodoloji ve vizyon üreten bir akıl meclisi olmalıdır. Ortak aklın üretmediği her fetva, parçalanmış bir bilinç doğurur. İhtilaf, eğer ilimle yönetilmezse iftiraka dönüşür; iftirak, ümmetin en büyük düşmanıdır.
Sonuç: Kök Sağlam, Dallar Canlı Olmalı
Tevhid, dinin köküdür; şeriat, o kökün çağlara uzanan dalıdır. Kök sağlam olmazsa dal kurur; dal yenilenmezse kök beslenemez. İslâm’ın kurtuluş reçetesi, geçmişin kalıplarını değil, geçmişin ruhunu bugünün aklıyla buluşturmaktır. Din sabittir, şeriat yenilenir; tevhid ebedîdir, ama hukuk her çağda yeniden doğar.