Bugün İslâm iktisadında “karz-ı hasen” ahlaki bir ideal olarak varlığını sürdürürken, pratikte ticari hayat “adî karz” ile sistematik bir modele dönüştürülmesi gerekir.

KARZIN İKİ YÜZÜ VE PARANIN FIKHÎ KONUMU
1. Kur’an’da Karz Kavramı: İki Farklı Denge
Kur’an’da “karz” (قرض) kelimesi iki ayrı anlamda geçer. Birincisi karz-ı hasen (قرض حسن) — yani Allah’a verilen güzel borçtur; ikincisi ise insanlar arasındaki dünyevî borç (karz akdi)dir. Bu iki kavram karıştırıldığında, hem ahlaki hem fıkhî sonuçlar yanlış anlaşılır.
مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً“Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah da onu kat kat artırır.”(Bakara, 2/245)
Bu ayette geçen karz-ı hasen, Allah yolunda yapılan infak, hayır, emek, zaman veya mal bağışını ifade eder. Yani bu borcun karşılığı dünyada değil, ahirettedir. Kişi emeğini veya malını Allah rızası için verir; dünyevî bir karşılık beklemez. Ancak insanlar arası ticari borç (karz akdi) bundan farklıdır. Orada amaç yardım değil, çoğu zaman alım gücünü korumak veya ticareti sürdürmektir. İşte bu noktada karz-ı hasen ile ticari karz ayrımının açık yapılması gerekir.
2. Karzın İki Yüzü: Hasen ve Ticari
Karz-ı Hasen (Ahiret Borcu):
• Niyet: Allah rızası.
• Karşılık: Ahirette.
• Mahiyet: İhsan, infak ve gönüllülük.
• Borç verilen kişiden menfaat sağlamak yasaktır.
Ticari (Adî) Karz:
• Niyet: Dünya işlerinde kolaylık ve süreklilik.
• Karşılık: Dünya hayatında alınır, fakat haksız kazanç doğurmadan.
• Esas: Menfaat değil, hakkaniyettir; yani paranın satın alma gücü korunmalıdır.
Kimse milyonlarca lirasını karşılıksız vermez; bu doğal bir ekonomik gerçektir. Ancak bu borcun karşılığında ribâ (faiz) de talep edilemez. İşte bu nedenle karzın sistemleştirilmesi, hem adalet hem fıkıh açısından bir zorunluluktur.
3. Modern İhtiyaç: Karz Sisteminin Yeniden Tanımlanması
Bugün İslâm iktisadında “karz-ı hasen” ahlaki bir ideal olarak varlığını sürdürürken, pratikte ticari hayat “adî karz” ile dönmektedir. Bunun sistematik bir modele dönüştürülmesi gerekir.
• Yardım temelli borçlar karz-ı hasen olarak kalmalı; devlet, vakıf ve cemiyetler eliyle yürütülmelidir.
• Ticari işlemler ise adalet temelli bir “karz sistemi”ne kavuşturulmalı, örneğin enflasyon endeksi veya satın alma gücü farkı esas alınmalıdır.
Bu sistem, ne ribâyı meşrulaştırır ne de taraflardan birini zarara uğratır.
Aksine, Hz. Peygamber’in ﷺ şu sözüyle sabit olan “لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ” ilkesini çağdaş iktisat hayatına taşır: “İslâm’da zarar vermek de yok, zarar görmek de.” (İbn Mâce, Ahkâm, 17)
4. Paranın Konumu: Mal mı, Tedavül Aracı mı, Sembol mü?
Asıl kafa karışıklığı, paranın mahiyeti üzerinedir. İktisatçılar bu konuda birleşememiştir: Para mal mıdır, tedavül (mübadele) aracı mıdır, yoksa sadece sembol müdür? Klasik fıkıhta altın (dinar) ve gümüş (dirhem) mal sayılmıştır. Ama günümüz ekonomisinde para artık mübadele aracıdır, değer ölçüsüdür, tasarruf aracıdır, fakat üretim unsuru değildir.
Bu sebeple modern iktisatçılar, malın menfaatine “kira”, paranın menfaatine “faiz” demişlerdir. Fakat bu ayrım, paranın mal sayılması anlayışından doğan bir hatadır. Oysa İslâm hukukunda menfaatin karşılığı ancak malın kiralanmasıyla mümkündür. İbn Âbidîn şöyle der: “Malın menfaati kiradır, paranın menfaati faizdir; çünkü para mal değil, değer ölçüsüdür.”(Reddü’l-Muhtâr, IV, 190) Dolayısıyla, parayı mal gibi kiralayan sistem, aslında ribâyı başka isimlerle yaşatmaktadır.
5. Kâğıt Paraya Geçişin Sebebi ve Fıkhî Sonuçları
Kâğıt paraya geçiş, bir değer kayması değil, likidite (taşınabilirlik) ihtiyacından doğmuştur. İnsanlık, ekonomik işlemlerini kolaylaştırmak için parayı soyutlaştırmıştır. Bugün cebimizdeki banknot, bir malın değil, otoritenin temsil ettiği itibarın sembolüdür. Yani o kâğıt, ekonomik gücü değil, devlete olan güveni taşır. Bu nedenle parayı “mal” kabul edip ondan menfaat talep etmek, şeklen kâr gibi görünse de mahiyeten ribâdır. Zira para artık değerin sembolüdür, kendisi bir üretim unsuru değildir
6. Paranın Satın Alma Gücü: Hakkaniyetin Ölçüsü
İslâm hukukunun amacı kazancı değil, dengeyi korumaktır.
Bu yüzden borçlarda paranın satın alma gücü korunmalıdır.
Aksi halde bir taraf (ister alacaklı ister borçlu olsun) haksızlığa uğrar. Borçların, devletin resmî istatistik kurumları veya yerel ticaret odalarının enflasyon endekslerine göre ödenmesi, zarar vermemek ve zarar görmemek ilkesine uygundur. Böylece “وَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ” (Bakara 2/279) ayetindeki “Mallarınızın asılları sizindir; ne zulmedin ne zulme uğrayın” hükmü korunur, ancak kimse zarar etmez.
7. Sonuç: Sistemli Karz, Dengeli Para, Adil İktisat
İslâm iktisadı, sadece “faizsiz” değil, adaletli olmalıdır. Bu da karz ilişkilerinin sistemleşmesi, paranın mahiyetinin netleşmesiyle mümkündür.
• Karz-ı hasen, ahirete yönelen gönül borcudur.
• Ticari karz, dünya işlerinde hakkaniyeti sağlar.
• Para, mal değil; mübadele aracıdır.
• Hakkaniyet, paranın değil, adaletin değerindedir.
Kur’an’ın iki temel ilkesi bu dengeyi özetler:
لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ فِي الإِسْلَامِ – İslâm’da zarar vermek de yok, zarar görmek de.
وَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ – Mallarınızın asılları sizindir; ne zulmedin ne zulme uğrayın. Gerçek adalet, paranın değil, vicdanın kıymetini koruyabilmektir. Zira adalet, hakkaniyetin dünyevî adı; karz ise ahiretin imtihanıdır. Prof. Dr. Hadi Sağlam İslâm Hukuku, İktisat ve Hukuk Alanında Akademisyen