Şehir hayatının o kadar cazibesine karşın insan kendini muhafaza edebiliyorsa güçlü bir irade sergiliyor demektir.
MESELE ŞEHİRDE EVLİYA OLMAK!
“İki kardeşten biri köyde çobanlık yaparken diğeri şehirde yaşıyordu. Köyde yaşayan “Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. Ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım” düşüncesi içerisindeydi.
Çoban, dağda koyunları, keçileri otlatıyor, bütün namazlarını vaktinde kılıyor, namahreme nazar etmiyordu. Bütün gün zikirle, fikirle, şükürle yaşıyordu. Bir süre sonra manen bir hayli ilerledi, kerametlere bile mazhar oldu.
Çoban, şehirde yaşayan kardeşini ziyaret etmek istedi. Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağarak bir bez torbaya doldurup ağzını bağladıktan sonra şehrin yolunu tuttu. Ayakkabı tamircisi olan kardeşinin dükkânına varınca torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak sohbet etmeye başladı.
Bu sırada bir bayan gelerek ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. Kardeşi ayakkabıyı tamirle uğraşırken bayan çıplak ayakla beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihninde değişik düşünceler oluşmaya başladı. İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. Çobanın zihni bulanıklaşmaya başladığı anda torbadaki süt de damlamaya başlamıştı.
Ayakkabı tamircisi kardeş “İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte” dedi. Çoban, “Haklısın kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar” dedi. Ayakkabıcı kardeş, “Nereden çıkardın bende manen yükselme olmadığını?” diye sordu.
Çoban, “Baksana, bir anda düştüm senin yanında. Sen ise her gün bunlarla yüz yüzesin. Yükselmen mümkün mü?” diye cevap verdi.
Ayakkabı tamircisi, “Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. Rabb’ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşallah” dedi.
Bundan sonra ayakkabı tamircisi kardeş, şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Şıp şıp diye akan süt anında kesildi. Bir anlık sessizliği çobanın feryadı bozdu. Kucakladığı kardeşine “Sen haklıymışsın kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş” dedi.” (Alıntı)
Günlük hayatın gailesi içinde dalıp giderken, olması gereken ölçüyü kaçırıveririz zaman zaman.
Bazen bilerek, kimi zaman bilmeyerek nefsimize uyarız da -çok rahat kazanacağımız yerde- kaybetme yoluna savruluruz.
Çobanın sütünün şıp şıp damlaması gibi, haktan-hakikatten her taviz verişimiz bize kaybettirir damla damla.
Eskilerin deyimiyle, damlaya damlaya göl olur da günah kirleri birikir, kalpler kararır Allah muhafaza.
Kur’an’ın ifadesiyle, “Hayır! Doğrusu şudur ki, yapıp ettikleri kalplerini karartmıştır.” (Mutaffifin-83)
Derdimize şifa ararken dertlere deva olan Yüce Kur’an imdada yetişir: “Öyle erler vardır ki, onları ne ticaret ne başka bir alışveriş Allah’ın zikrinden, namazı/duayı yerine getirmekten ve zekâtı vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşete kapılıp allak bullak olacağı günden korkarlar.” (Nur-37)
Tasavvufta meşhur bir terim vardır; "Halk içinde Hak ile olmak" şeklinde tarif edilen bu durumu büyüklerimiz "Eli kârda, gönlü Yar’da" şeklinde de ifade ederler.
Hakkıyla iman edip halka ve Hakk’a karşı görevlerini yerine getirenler için sıkıntı yoktur. (Yunus, 62-63)
Bu görev ve sorumlulukları çok güzel özetliyor Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri:
“Eline, beline, diline hâkim ol!
Aşına, işine, eşine sâhip ol!
Elin açık, gönlün açık, sofran açık olsun!
Ayıpları ört, sırları tut, öfkeni de yut!”
Selam ve dua ile…