Hukuk, insanlığın adalet arayışının kurumsal ve teorik ifadesidir. Bu sebeple hukuk, belirli bir tarihte dondurulmuş kurallar değil; hayatın akışıyla birlikte yenilenen, toplumsal gerçeklikle temas hâlinde olan düşünsel bir mimaridir.
MEZHEP HUKUKUNDAN MODERN KANUNA GEÇİŞ
Hukuk, toplumun değişen ihtiyaçlarını adaletin sabit ilkeleriyle buluşturan canlı bir norm düzenidir. Bilimin, tekniğin, sosyal yapının ve uluslararası ilişkilerin dönüşümü; hukuku oluşturan normların da yenilenmesini zorunlu kılar. Değişmeyen adalet ilkesidir; değişen ise adaleti gerçekleştirmek için kullanılan yöntem ve araçlardır. Bu nedenle yenilenmeyen hukuk normu bir süre sonra toplumsal yük haline gelir ve kendi kendinin sorunu olur.
Klasik fıkıh geleneği, hükmün değil; hükme götüren yöntemin değişebilir olduğunu erken dönemlerden itibaren fark etmiş; İbn Kayyim’in “تغيّر الأحكام بتغيّر الزمان والمكان والعرف والأحوال” – hükümlerin zamanın, mekânın, örfün ve hâllerin değişmesiyle değişeceği (İbn Kayyim, İ‘lâmü’l-Muvakkıîn, c.3, s.14) yönündeki kaidesi ve Serahsî’nin “الفتوى تتغير بتغير الزمان” – fetva zamanın değişmesiyle değişir (Serahsî, Usûl, c.2, s.134) tespiti, hukukun değişen şartlarla uyum içinde olması gerektiğini açık şekilde ortaya koymuştur. Bugün yapay zekâ, dijital mülkiyet, biyoetik, küresel ticaret, veri güvenliği ve çevre hukukunun doğurduğu yeni meseleler, klasik dönemin çözüm mekanizmalarının ötesine geçmeyi zorunlu kılmakta; hukuku yeni araçlar geliştirmeye mecbur etmektedir. Bu makale, İslâm hukukunun içtihadî temellerinden modern hukuka kadar uzanan bu dönüşümün ana hatlarını ortaya koymaktadır.
1. İçtihadın Ekolleşmesi
İslâm hukukunun ilk döneminde içtihad, nas ile toplumsal hayat arasındaki en yaratıcı temas alanıydı. Müçtehidin görevi, hükmün illetini doğru tespit ederek ilahî maksadı somut hayatla buluşturmak olduğundan, klasik usûlün temel kaidesi olan “الحكم يدور مع علته وجوداً وعدماً” – hüküm illetinin varlığıyla var olur; yokluğuyla yok olur (Serahsî, el-Mebsût, c.1, s.108) prensibi, hukukun toplumsal gerçekliğe bağlılığını ifade eder. Coğrafyanın genişlemesi, örflerin çeşitlenmesi ve ekonomik ilişkilerin karmaşıklaşmasıyla birlikte içtihadî tercihlerin farklılaşması mezheplerin doğmasına yol açmış; Hanefîlerin kıyas ve istihsan dengesi, Mâlikîlerin “amelü ehl-i Medîne”yi delil sayması, Şâfiî’nin sistematik delil düzeni, Hanbelîlerin rivayet merkezli yaklaşımı, içtihadın kurumsal ekollere dönüşmesini sağlamıştır. Mezhepler bu yönleriyle yazısız yasa teknisyenleri gibi iş görmüş; fakat zamanla toplumsal değişimin hızına yetişemediği durumlarda yeni arayışların kapısı aralanmıştır.
2. Mezheplerin İlk Yasa Tekniği
Mezheplerin doktriner yapısı, klasik dönemde kanunlaştırmanın olmadığı yerde fiilî bir yasa tekniği üretmiştir. Küllî kaideler mezheplerin genel normları belirlemiş; “اليقين لا يزول بالشك” – kesin olan şüphe ile kalkmaz (İbn Nüceym, el-Eşbâh, s.50) ve “العادة محكمة” – örf belirleyicidir (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, c.4, s.456) gibi prensipler toplumsal düzeni sağlama işlevi görmüştür. Fetva mecmuaları, mezhep içi tercih mekanizmaları ve kazâî uygulamalar mezhebi “erken dönem kanunu” hâline getirmiştir. Ancak toplumun büyümesi ve devlet yapısının gelişmesi, mezhep doktrinlerinin tek başına yeterli olmadığı bir aşamaya gelinmesine neden olmuştur.
3. Toplumsal Değişim ve Hükmün Yenilenmesi
Toplum durağan değildir; bu nedenle hukuk da durağan olamaz. İbn Kayyim’in değişim kaidesi (c.3, s.14) ve Serahsî’nin fetva tespiti (c.2, s.134), hükmün değişen şartlara uyarlanmasının fıkhın özünde bulunduğunu gösterir. Şehirleşme, uluslararası ilişkiler, ekonomik çeşitlilik ve aile yapısındaki dönüşümler klasik hükümlerin aynı formda uygulanmasını güçleştirmiş; Ali Haydar’ın klasik miras hükümlerinin modern kent toplumunu taşıyamadığı yönündeki tespiti (Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm, c.1, s.45), yenilenmenin toplumsal bir zorunluluk olduğunu göstermiştir.
4. Devlet Aklının Kanunlaştırıcı Rolü
Toplumun büyümesiyle mezhepler arasındaki farklı uygulamalar hukuk birliğini zedelediği için devlet, norm üretme görevini üstlenmiştir. Bu rolün fıkhî temeli, İbn Âbidîn’in “تصرفات الإمام منوطة بالمصلحة العامة” – devlet başkanının tasarrufları kamu yararına bağlıdır (c.5, s.256) kaidesidir. Osmanlı kanunnâmeleri, Mecelle ve 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi, devletin mezhep literalizmini aşarak kamu yararını önceleyen hükümler seçtiğini gösterir. Talâk-ı selâsenin “طلقة واحدة” – tek talak sayılması (Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm, c.2, s.521–523), devletin toplumsal düzeni korumak için fıkhın yöntemini uyarlayabileceğini göstermiştir.
5. Modern Hukuka Geçişin Fıkhî Temelleri
Modern hukuk, fıkhın makâsıd merkezli yaklaşımının doğal uzantısıdır. Gazâlî’nin ve Şâtıbî’nin maksat teorisi (Gazâlî, el-Mustasfâ, c.1, s.174; Şâtıbî, el-Muvâfakât, c.2, s.302), modern hukukun insan onuru, kamu yararı ve sosyal düzen ilkeleriyle birebir örtüşür. Örfün bağlayıcılığı (“العادة محكمة”) uluslararası ticaret teamüllerinde karşılığını bulur. Kamu yararı ilkesi ise modern pozitif hukukun temel direğidir. Bu nedenle modern hukuk, fıkhın terk edilmesi değil, yönteminin genişletilmesidir.
6. Hukuk Normunun Evrimi: Yasa Tekniğinin Dönüşümü
Hukuk normu toplumla birlikte dönüşür. Klasik dönemde kıyas, istihsan, istislah ve örf norm üretim aracı iken; mezhep döneminde doktriner bütünlük, fetva sürecinde pratik yönlendirme, devlet döneminde kanunlaştırma, modern dönemde ise çok kaynaklı pozitif normlar hukuk düzeninin formunu belirlemiştir. Mecelle, fıkhî normun kanun formuna dönüşmesinin önemli bir adımıdır (Cevdet Paşa, Tezâkir, s.419).
7. Adaletin Aracı Olarak Hukukun Yenilenmesi
Şâtıbî’nin “الشريعة إنما وُضعت لمصالح العباد” – şeriat insanların maslahatını gerçekleştirmek için konulmuştur (c.2, s.302) sözü, hukukun yenilenmesini adaletin zorunluluğu hâline getirir. Hükmün formu değişebilir; fakat ilke değişmez. Araçlar yenilenmezse, adalet sekteye uğrar. Bu nedenle yeni meseleler yeni norm araçları gerektirir; aksi hâlde hukuk, koruma işlevini kaybeder.
8. Tarihsel Normlardan Kurumsal Yapılara
İslâm hukukunun gelişimi içtihattan mezhebe, mezhepten fetvaya, fetvadan kanunlaştırmaya uzanan bir kurumsallaşma çizgisi izlemiştir. Bu çizgi, hukukun toplumsal yapı genişledikçe kurumsal hâle gelmesinin doğal sonucudur. Koçi Bey’in “النظام بالقانون” – nizam kanunladır (Risale, s.27) sözü bu kurumsallaşmanın özünü ifade eder. Mecelle ve 1917 Kararnamesi ise klasik fıkhî düşüncenin modern kurumsal formlara aktarılmış hâlidir.
9. İlke–Metot Dengesi
Fıkıh usûlünün en önemli düsturu, ilkenin sabit, metodun değişken oluşudur. İmam Ebû Hanîfe’nin istihsan tanımı “ترك القياس إلى ما هو أوفق للناس” – kıyasın terk edilip insanlar için daha uygun olana yönelmek (Serahsî, el-Mebsût, c.10, s.145), yöntemin adalet için değiştirilebileceğini gösterir. Bu denge sağlanmadığında hukuk donar; sağlandığında ise adalet her çağda hayatiyet kazanır.
10. Fıkhî Geleneğin Geleceği
Modern dönemin dijital ekonomi, yapay zekâ, biyoetik, veri güvenliği, uluslararası ticaret, çevre hukuku gibi yeni sorun alanları, klasik hükümlerin değil klasik yöntemin güncellenmesini gerektirir. Bu nedenle günümüz içtihadı bireysel değil kolektiftir; disiplinler arası bir bilgi birikimi gerektirir; makâsıd merkezli bir yaklaşım ister.
SONUÇ: İslâm hukukunun tarihî yürüyüşü, içtihadın doğuşundan mezhep doktrinlerine, oradan devletin kanunlaştırıcı rolüne ve nihayet modern pozitif hukukun kurumsal yapısına kadar uzanan geniş bir dönüşüm sürecini içerir. Bu dönüşümün ortak noktası, hukukun toplumsal gerçeklikle uyum içinde kendisini yenileme zorunluluğudur. Hükmün değişmesi dinin değişmesi değil; adaletin korunmasıdır. Sabit olan ilke; değişen ilkeyi taşıyan araçtır. Bugün yapılması gereken, geçmişin hükümlerini tekrar etmek değil; geçmişin yöntemini geleceğin hukukuna taşımaktır. Çünkü hukuk, statik bir metin değil; adaletin nesiller boyunca yürüyüşünü taşıyan canlı bir düzendir.