Zekât, servetin maddî görünümünü aşarak onu ilahî iradenin adalet yörüngesine yerleştiren tevhidî bir mali nizamdır; çünkü tevhid, yalnız Allah’ın birliğini değil, mülkün hakikatini, insanın tasarruf hududunu ve adaletin ontolojik kaynağını belirleyen ilahî bir epistemolojidir.
İLAHÎ ADALETİN MALÎ DÜZENİ
Beytülmal ise adaleti, bireysel vicdanın dağınık iyiliklerinden kurtarıp ilahî hükmün kurumsal aklına bağlayan kamusal faziletin kalbidir. Bu sebeple zekâtın ihmal edilmesi, fakirin payının eksilmesinden öte, tevhidin toplumsal varlığının çözülmesi, adaletin kaynağını kaybederek beşerî keyfiyetin rastlantısına esir düşmesi ve mülkün kutsal emanet olmaktan çıkarak dünyevî arzuların nesnesine dönüşmesi demektir.
1. Tevhidin Ekonomik Ufku: Mülkün Sahibi Kimdir?
İslâm iktisadı, klasik ekonominin üretim–tüketim merkezli analizinden çok daha geniş bir ontolojik çerçevede şekillenir. Kur’ân-ı Kerîm, mülkiyetin hakiki sahibini “مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ — Hesap Gününün Malik’i” (Fâtiha 1/4) olarak tanımlayarak, mülkiyeti beşerî tasarrufun değil, ilahî hâkimiyetin konusu hâline getirir. Mülkün Allah’a ait olması, insanın tasarruf yetkisini sınırsız malikiyetten çıkarıp “emanet” düzeyine indirger. Fahreddîn er-Râzî, bu ayetin mülkiyeti “hakikî” ve “hükmî” olarak iki düzleme ayırdığını ve insanın mülkiyetinin ancak mecazî bir tasarruf olduğunu ifade eder (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Fâtiha 1/4). Bu perspektif, mülkün ahlâkını ve hukukunu tevhid ekseninde yeniden tanımlar: insan mülkün sahibi değil, sorumlusudur. Bu nedenle zekât, servetten yapılan bir bağış değil; malın gerçek sahibine verilen malî ahid, toplumsal adaletin ilahî düzlemde kurumsallaşmasıdır. Modern ekonominin en büyük zaafı, mülkiyeti salt pozitif hukukun konusu görerek onun metafizik ve ahlâkî zeminini ihmal etmesidir. Oysa İslâm iktisadı, mülkiyeti değer, emanet ve sorumluluk üçlüsü içinde yorumlayarak tevhidi yalnız inanç değil, ekonomik düzenin de normatif çekirdeği hâline getirir.
2. Zekâtın Hukukî Mahiyeti: İbadetten Vergiye Uzanan İlâhî Çizgi
Zekât, İslâm hukuk sisteminde ibadet ile muâmele alanlarını aynı normatif çatı altında buluşturan tek müessesedir. Kur’ân’ın “أَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ — Namazı kılın, zekâtı verin” (Bakara 2/43) buyruğu, iki ibadetin yalnız sıralama açısından değil, ontolojik birliktelik açısından da ayrılmaz olduğunu gösterir. Zekât, ibadet yönüyle arındırır; kamu hukuku yönüyle düzenler. Kâsânî, zekâtın “hem Allah hakkı hem kamu hakkı” taşıyan az sayıdaki müessese olduğunu vurgular (Bedâiʿ, II: 37).
Klasik Arap toplumunda vergiye “zekât” denilmesi ve Kur’an’ın bunu aynen onaylaması (Tevbe 9/103), zekâtın mali yükümlülüğünün tarihsel ve kavramsal meşruiyetini gösterir. Ayetteki “خُذْ — al” emri, zekâtın gönüllü bir hayır değil, devlet eliyle tahsil edilen zorunlu bir mükellefiyet olduğunu açıkça ortaya koyar. Dolayısıyla vergi–zekât ilişkisi bir karşıtlık değil, biri ilahî biri beşerî olmak üzere iki tamamlayıcı otoritenin birlikteliğidir. Adalet, bireylerin inisiyatifine değil, normun zorunluluğuna dayanır.
3. Devletin Mali Hafızası: Beytülmal ve Kurumsal İhsanın İnşası
Beytülmal, Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu mali düzenin kalbidir. Bu kurum, zekâtı ferdî sadaka olmaktan çıkarıp, ilahî bir emir çerçevesinde kurumsal adaletin mali omurgası hâline getirmiştir. İbn Sa‘d’ın naklettiğine göre zekât malları, Resûlullah’ın tayin ettiği âmiller tarafından toplanmış, kayıt altına alınmış ve Kur’an’ın belirlediği sekiz sınıfa göre sistematik olarak dağıtılmıştır (Tabakât, II: 325).Beytülmal, modern kamu maliyesindeki bütçe–hazine–sosyal güvenlik kurumlarının tamamını kapsayan bütüncül bir mekanizmadır. Resûlullah döneminde zekât gelirleri orduyu donatmış, borçluları desteklemiş, yolcuları korumuş, kamu görevlilerini finanse etmiş, kölelerin özgürlüğüne katkı sağlamış ve şehir imarına kaynak olmuştur. Bu çok yönlü fonksiyon, beytülmalin tevhidî iktisat anlayışının kurumsal ihsan modeli olduğunu ortaya koyar.
4. Adaletin Sekiz Kapısı: Kur’an’ın Sosyal Mimarisinde Zekâtın Haritası
Tevbe 9/60’ta zikredilen sekiz sınıf, modern sosyal politika literatürünün risk analizlerini aşan, ilahî kaynaklı bir kapsamlı sosyal güvenlik mimarisidir. Fakir, miskin, âmiller, müellefe-i kulûb, rikāb, borçlular, fî sebîlillâh ve ibnü’s-sebîl kategorileri, toplumdaki tüm iradî ve gayri iradî kırılganlık alanlarını kapsar. Taberî’nin ifadesiyle bu sınıflandırma, “zekâtın sarf alanlarını ilahî hikmet ve adalet üzerine tahdit eden bir normdur” (Taberî, Câmiu’l-Beyân, Tevbe 60).Bu sistem, serveti yalnızca yoksullara aktarmakla kalmaz; özgürlük kaybı, borç batığı, yol mağduriyeti, kamu hizmetleri, savaş ve toplumsal bütünleşme gibi alanlarda toplumun omurgasını koruyan çok katmanlı bir güvenlik ağı inşa eder. Modern devletlerin parçalı sosyal politikalarına karşın İslâm’ın modeli, tevhidin bütüncüllüğünü sosyal adalete taşır.
5. İlâhî Sosyal Güvenlik Sistemi: Sigortanın Aslı Zekâttır
Zekât, modern sigorta ve sosyal güvenlik modellerinin öncülü niteliğindedir. Sigorta, yalnız iradî riskleri prim karşılığı teminat altına alırken; zekât hem iradî hem gayri iradî tüm riskleri evrensel dayanışma ilkesiyle kapsar. Karadâvî’ye göre zekât, “toplumun hem vicdanını hem mali yapısını arındıran ilahî sosyal sözleşmedir” (Fıkhu’z-Zekât, I: 421).Zekâtın sekiz sınıfı, fakirlikten borçluluğa, yolculuk mağduriyetinden kamu hizmetlerine kadar geniş bir risk alanını kapsayarak toplumsal güvenliği garanti eder. Modern sosyal devletlerin yaşadığı sürdürülebilirlik krizleri, zekâtın bağış değil, farz kılınmış bir kamu sorumluluğu olarak kurumsallaşmasının önemini daha da görünür kılar. Sigorta, zekâtın teknik bir taklididir; fakat zekâtın ontolojik, ahlâkî ve normatif boyutunu asla karşılayamaz.
6. Hz. Ebû Bekir’in Manifestosu: “Zekâtı Ayıranla Cihad Ederim”
Hz. Ebû Bekir’in “والله لأقاتلن من فرّق بين الصلاة والزكاة” (Buhârî, Zekât 1) sözü, zekâtın kamu hukuku niteliğinin tartışmasız ilanıdır. Namaz bireysel ubûdiyet; zekât ise toplumsal sorumluluk olduğu için ikisinin ayrılması hem teolojik bütünlüğü hem siyasal birliği bozar. Bu tavır, zekât vermeyi reddetmenin yalnız mali değil, kamusal otoriteye karşı bir isyan sayıldığını göstermiştir. Serahsî’nin belirttiği üzere zekâtın devlet eliyle tahsil edilmesi, İslâm kamu düzeninin zorunlu bir gereğidir (Mebsût, X: 138). Hz. Ebû Bekir’in kararlılığı, zekâtın ferdî hayır değil, anayasal bir mükellefiyet olduğunu tarihe kaydeden en güçlü örnektir.
7. Mali Adaletin Tarihî Dengesi: Zekât–Haraç–Cizye Sisteminin İnşası
İslâm mali düzeni, zekât–haraç–cizye üçlüsüyle kurulan farklılaştırılmış ama dengeli bir sorumluluk modeline dayanır. Müslümanların mali yükümlülüğü zekât; gayrimüslimlerin yükümlülüğü haraç ve cizye üzerinden belirlenmiş, ancak hepsi aynı adalet ilkesine bağlanmıştır. Ebû Yûsuf’un belirttiği gibi bu sistemin amacı “إقامة العدل ودفع الظلم — adaleti tesis etmek ve zulmü ortadan kaldırmaktır” (Harâc, 45).Bu model hem devletin mali sürdürülebilirliğini sağlamış hem sosyal barışı güvence altına almış hem de servetin belli bir kesimde yoğunlaşmasını engelleyen normatif ekonomik denge oluşturmuştur.
8. Kâmil Devletin Mali Ahlâkı: Zekâtı Kutsallaştırmak Değil Kurumsallaştırmak
Kur’ân’ın “خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً” (Tevbe 9/103) emri, zekâtın devlet eliyle tahsil edilmesi gerektiğini kesin biçimde ortaya koyar. Kâmil devlet, zekâtı bireyin vicdanına terk etmez; onu kurumsallaştırarak kamu adaletinin işleyen mekanizması hâline getirir.Gazzâlî’nin “الدين أس والسلطان حارس” ifadesi, mali adaletin hem inanç hem devlet düzeyinde korunmasını zorunlu kılar (İhyâ, I: 9). Zekâtın kurumsallaşması; şeffaflık, hesap verebilirlik, sosyal güvenlik ve toplumsal refahın sürdürülebilirliği açısından vazgeçilmezdir. Nâkıs devlet, zekâtı kutsallaştırır; kâmil devlet, adaletle kurumsallaştırır.
9. Sonuç: Zekât — Adaletin Vergisi, Tevhidin Ekonomik Ahlâkı
Zekât, mülkün Allah’a ait olduğu tevhid ilkesinin ekonomik düzlemdeki en güçlü ifadesi; toplumsal adaletin ise vergi formundaki ahlâkî bedenidir. Sekiz sarf alanı, beytülmalin kurumsal düzeni, Ebû Bekir’in kamusal otorite manifestosu ve zekât–haraç–cizye sisteminin normatif dengesi birlikte düşünüldüğünde, zekâtın yalnız bireysel bir ibadet değil; İslâm medeniyetinin bütün mali mimarisini inşa eden ilahî ana ilke olduğu ortaya çıkar. Modern dünyanın gelir adaletsizliği, sosyal güvenlik krizleri ve devlet–toplum kopuşları karşısında zekât, yalnız Müslüman toplumlar için değil, insanlık için de ahlâk temelli bir ekonomik model sunmaktadır. Çünkü zekât yalnız malı değil; vicdanı arındırır, devleti diriltir, toplumu birleştirir, tevhidi iktisadîleştirir.