İslâm hukukunun normatif yapısını ayakta tutan en hayati ilkelerden biri, şer‘î hükmün dayandığı illete bağlı olarak varlık kazanacağını bildiren temel prensiptir.

İLLET DEĞİŞİNCE HÜKÜM DE DEĞİŞİR İLKESİNE VAHYİN SÖYLEMİ

“İllet ve gerekçe değiştiğinde hükmü yenilememek, hukukî bir tutarlılık değil, maksadı ıskalayan derin bir metodolojik körlüktür; zira Hz. Ömer’in değişen illete bağlı olarak bazı hükümleri tedbiren askıya alması ve İmam Âzam’ın hükmü illetin aklî omurgasına rapteden içtihad sistemi göstermektedir ki, illeti ve gerekçesi kalkmış hükümlerde ısrar, şeriatın ruhunu değil yalnızca şeklin kabuğunu ayakta tutar ve İslâm dünyasının tarihî çöküşünün en köklü sebeplerinden birini teşkil eder.”

İslâm hukukunun normatif yapısını ayakta tutan en hayati ilkelerden biri, şer‘î hükmün dayandığı illete bağlı olarak varlık kazanacağını bildiren temel prensiptir. Bu ilke, fıkıh usûlünün yalnız teknik bir cümlesi değil; vahyin hukuk düzeni kurarken yerleştirdiği en derin metodolojik eksendir. Fakihlerin asırlardır tekrar ettiği “الحكم يدور مع علته وجوداً وعدماً”“Hüküm illetiyle var olur, illetiyle yok olur” (Âmidî, el-İhkâm, c.3, s.118) kaidesi, hukukun lafza değil gerekçeye yaslandığını gösterir. Çünkü illet bittiğinde hükmün yürürlüğü anlamını kaybeder; tıpkı modern hukukta gerekçesi çöken bir yasanın fiilen hükümsüzleşmesi gibi.Ne var ki bu ilke, İslâm hukuk tarihinde en çok ihmal edilen normlardan biri olmuş; hükmün ruhunu taşıyan illet göz ardı edilmiş, hükmün yalnız lafzı korunmuş; böylece şeriatın dinamizmi zayıflamış, hükümler hayatın ritmine yabancılaşmıştır. İlletsiz hüküm, adalet üretmez; yalnızca şekil üretir. Şeklin korunması ise Şâri‘in muradını korumak değil, onu dondurmaktır.

Vahyin normatif söylemi ise tam tersine, ilkeyi sabitleyip uygulamayı zamana emanet eden bir hukuk dili kurmuştur. Kur’an’ın “اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ” — “Allah adaleti emreder” (Nahl 16/90) ve “اِعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوٰى” — “Adaletli olun; bu takvâya en yakındır” (Mâide 5/8) ayetleri, değişmeyen anayasal ilkeleri vazederken; Hz. Peygamber’in “أنتم أعلم بأمور دنياكم” — “Dünya işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz” (Müslim, Fedâil 139) buyruğu, uygulamanın vakıaya ve şartlara göre değişebilirliğini normlaştırır. Bu iki katman birlikte okunduğunda görülür ki:
Vahiy ilkede sabit, uygulamada esnektir; sabite ile esnekliğin dengesi şeriatın yürürlük gücünü oluşturur.Bugün illeti sona ermiş hükümlerin hâlâ uygulanmaya çalışılması, nassa sadakat değil, usûle körlük ve maksada yabancılıktır. Bu nedenle pek çok şer‘î hüküm söylemde yaşarken, hayatın içinden çekilip gitmiştir.İslâm’ın yeniden anlaşılması, yeniden yorumlanması ve yeniden yürürlük kazanması için bu ilkenin —illet değişirse hüküm de değişir prensibinin— usûlün merkezine yeniden oturtulması zorunludur. Bu çalışma, tam da bu unutulan ilkeyi vahyin kendi normatif söylemi ışığında yeniden diriltmeyi amaçlamaktadır.

1. Vahyin Normatif Dili: İlkenin Sabitesi, Hükmün Değişkenliği

Vahyin normatif dili, hukuku iki mertebede kurar: sabit ilke (العام / âmm) ve değişken uygulama (الخاص / hâss). Kur’an’ın hâkim söylemi, çağlar üstü geçerliliğe sahip anayasal ilkeleri vazeder; “اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ” – “Allah adaleti emreder” (Nahl 16/90) ve “اِعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوٰى” – “Adaletli olun; bu takvâya daha yakındır” (Mâide 5/8) ayetleri, vahyin ilke düzeyini belirleyen değişmez normatif omurgayı ortaya koyar. Buna karşılık Sünnet’in ekserisi, bağlama, şahsa, örfe ve maslahata göre şekillenen uygulama hükümleridir; Hz. Peygamber’in “أنتم أعلم بأمور دنياكم” – “Dünya işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz” buyruğu (Müslim, Fedâil 139), hükmün değil, uygulamanın değişebileceğini teyit eder. Böylece vahiy, ilkeyi sabitleyip uygulamayı esnek bırakarak hem hukukun evrenselliğini hem de tarihsel devamlılığını güvence altına alır. İlkenin sabitesi şeriatın korunmasını, uygulamanın değişkenliği ise hukukun hayata tutunmasını sağlar; ilke donarsa hukuk statikleşir, uygulama donarsa adalet solar. İşte vahyin normatif dili bu ikili yapıyla, sabit ilkeyi zamanüstü kılar, değişken uygulamayı zaman içinde canlı tutar.

2. İlletin Şer‘î İşlevi: Hükmün Doğuş Noktası ve Gerekçe Mantığı

İllet (العلّة), bir hükmün doğuşunu belirleyen nesnel ve ölçülebilir gerekçedir; hüküm, illeti var oldukça yürürlükte kalır ve illeti ortadan kalktığında hükmün bağlayıcılığı da kendiliğinden çöker. Usûl-i fıkıh bu gerçeği “الحكم يدور مع علته وجوداً وعدماً” — “Hüküm illetiyle var olur, illetiyle yok olur” kaidesiyle (Âmidî, el-İhkâm, c.3, s.118) normlaştırmıştır. Hikmet (الحكمة) hükmün gayesi, maslahat boyutu ve hedefidir; fakat gayeler değişkendir, kişiye ve zamana göre farklılaşır. İllet ise hukukun dayandığı sabit kıstas, yani hükmün bağlayıcı sebebi olduğundan fakihler, “العبرة بالعلّة لا بالحكمة” — “Hükümde esas alınan hikmet değil illettir” (Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, c.1, s.121) ilkesini benimsemişlerdir. İllet değiştiği hâlde hükmü sürdürmek, şeriata bağlılık değil, şekle sadakat olur; çünkü yürürlüğün zemini olan vasıf kaybolunca hüküm sadece soyut bir lafza dönüşür. İlletin varlığı hükmü yaşatır, illetin çöküşü hükmün meşruiyetini ortadan kaldırır. Bu sebeple İslâm hukukunda yürürlük, nasların lafzına değil, hükümlerin doğduğu gerekçeye tutunur; illet ölürse hükmün diriliği de biter.

3. Hikmet–İllet Ayrımı: Hükmün Amacı mı, Dayanağı mı?

Hikmet (الحكمة), hükmün hedeflediği maslahat; illet (العلّة) ise hükmün kendisine bağlandığı normatif gerekçedir. Hikmet gayeyi, illet bağlayıcı sebebi temsil eder. Bu nedenle fakihler “العبرة بالعلّة لا بالحكمة” — “Hükümlerde esas alınan hikmet değil illettir” ilkesini (Cessâs, Ahkâmü’l-Qur’ân, c.1, s.121) benimsemişlerdir. Zira hikmet soyuttur, kişiye ve zamana göre değişir; illet ise ölçülebilir, tespit edilebilir ve hukuku ayakta tutan sabit kriterdir. Buna rağmen hikmet tamamen ortadan kalkmışsa, illeti yeniden düşünmek gerekir; çünkü hikmeti kaybolan bir hükmün korunması, maksadı olmayan bir şekli korumaktır. İlletsiz hikmet amaçsızdır; hikmetsiz illet anlamsızdır. Hükmün amaç (hikmet) ile gerekçe (illet) arasındaki bu ince denge, İslâm hukukunun hem adaleti tesis eden yönünü, hem de yürürlük gücünü belirler. İllet hükmü doğurur; hikmet hükme yön verir. Biri ihmal edildiğinde hüküm ya maksatsızlaşır ya da dayanağını kaybeder.

4. İllet Değişince Hükmün Düşmesi: Ezmanın Tegayyürü İlkesinin Vahiy Temeli

İllet değiştiğinde hükmün değişmesi, İslâm hukukunun yalnız metodolojik bir tercihi değil, vahyin doğrudan kurduğu normatif gerçekliktir. Mecelle’nin 39. maddesinde yer alan “تغير الأحكام بتغير الأزمان” — “Zaman değişince hükümler de değişir” ilkesinin ifade ettiği değişim, zamandan ziyade hükmün dayandığı illetteki dönüşümdür; çünkü zaman bir göstergedir, asıl değişen toplumsal vakıanın taşıdığı illettir. Kur’an da bu dinamik yapıyı “يَمْحُو اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ” — “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır” (Ra‘d 13/39) beyanıyla temellendirir; bu ifade, ilahî düzende bile statik bir hukuk değil, hikmete bağlı bir yenilenme sistemi bulunduğunu gösterir. İllet çöktüğünde hükmün aynı şekilde uygulanmasında ısrar etmek, adaleti korumak değil, adaletin önünü kapatmak olur; zira hükmün yürürlük sebebi ortadan kalkmışken hükmü yaşatmak, maksadı değil şekli muhafaza etmektir. İllet değişince hükmü yenilemek, vahye sadakatin en rafine biçimi; illeti görmezden gelmek ise şeriatı tarihe hapsetmenin en tehlikeli yoludur.

5. Örf, Maslahat ve Değişen Toplum: İlletin Dönüşümünde Sosyal Gerçeklik

İllet çoğu zaman toplumsal gerçekliğin içinden doğar; bu nedenle örf (العُرف), maslahat (المصلحة) ve sosyal yapının değişmesi, hükmün dayandığı illete doğrudan etki eder. Fakihlerin sıkça aktardığı “الثابت بالعرف يزول بتغيره” — “Örfle sabit olan, örfün değişmesiyle değişir” ilkesi (Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir) illete dayalı yürürlüğün toplumsal boyutunu normlaştırır. Zira örf değiştiği hâlde hükmü sabit tutmak, hükmü değil geçmişin şartlarını korumaktır; maslahat dönüşmüşken hükmü değiştirmemek ise şeriatı değil şekli yaşatmaktır. İllet toplumsal vakıanın hukukî tercümesidir; toplum değiştiğinde illette değişim kaçınılmazdır. Bu nedenle İslâm hukuku, toplumsal değişime direnmekten ziyade değişimi illete dönüştürerek adaleti diri tutan bir hukuk üretir. İlletin dönüşmediği yerde hükmün adaleti sağlayacak zemini kalmaz; adalet kaybolunca hükmün kendisi de anlamını yitirir.

6. Vahyin Tarihsel Uygulaması: Hz. Ömer’in İllet Yenilemesi

Hz. Ömer’in uygulamaları, illet değişince hükmün değişmesi ilkesinin vahiy sonrası en berrak pratik tezahürüdür. Müellefe-i kulûb payını kaldırması bunun klasik örneğidir. Bu grubun desteklenmesini gerektiren illet ortadan kalkınca, Hz. Ömer hükmü yürürlükten kaldırmış ve kararını şu sözlerle açıklamıştır:“وَإِنَّمَا كَانَ ذَلِكَ فِي أَوَّلِ الْإِسْلَامِ، أَمَّا الْيَوْمَ فَقَدْ أَعَزَّ اللّٰهُ الْإِسْلَامَ”
“Bu uygulama İslâm’ın ilk günlerindeydi; bugün Allah İslâm’ı izzetli kılmıştır.”
(Taberi, Câmiu’l-Beyân, IX, 304; İbn Kesîr, Tefsir, III, 355)Aynı ilke kıtlık yılında hırsızlık haddinin askıya alınmasında da görülür. Cezanın illeti olan kasıt, imkân ve suç ortamı şartları ortadan kalktığı için Hz. Ömer, haddin uygulanmasını durdurmuştur. Sanhûrî bu kararı, “illete bağlı yürürlüğün modern hukuk karşılığı” olarak nitelendirir (Sanhûrî, Masâdirü’l-Haqq, c.1, s.52).Hz. Ömer’in uygulamalarında ortak nokta şudur: hüküm lafzın değil, illete bağlıdır; illet kaybolursa hükmü sürdürmek adaleti değil, şekli korur. Hz. Ömer, lafzın gölgesini değil, hükmün ruhunu korumuştur. Bu yaklaşım, İslâm hukukunun tarihsel dinamizmini ve illete dayalı yenilenme kudretini gösteren en güçlü delildir.

7. Kavramların Değişimi, İlletin Güncellenmesi

İllet çoğu zaman kavramların bünyesinde taşınır; bu nedenle kavram değiştiğinde illet de zorunlu olarak değişir. Usûlcülerin “تغير الأحكام بتغير الاصطلاحات” — “Kavramların değişmesiyle hükümler de değişir” prensibini (Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir) hatırlatmaları, hükmün illete bağlı yapısının doğrudan kavramsal zeminden beslendiğini göstermektedir. Klasik dönemde “para”, maddî bir mal iken; bugün para, çek, bono, tahvil, elektronik değer ve kripto varlıklar gibi çok katmanlı bir değer taşıyıcılığına dönüşmüştür. Kavram değişmiş, buna bağlı olarak ribâ, ticaret, borç ve tedavül hükümlerinin dayandığı illet de dönüşmüştür. Klasik para tanımıyla modern finansı hükme bağlamak, hukuku değil tarihi yaşatır; kavramı güncellemeksizin hükmü korumak ise şeriatı değil şekli muhafaza eder.Bu nedenle modern meselelerde yapılması gereken, nasların ruhunu yeni kavramlar üzerinden yeniden okumak, illeti tahkik ederek hükmü yeni vakıanın ışığında kurmaktır. Zira kavram değişirse illet değişir; illet değişirse hüküm değişir. Kavramı sabitleyip vakıayı değiştirmek, hukuku hayattan koparır; kavramı vakıaya göre yenilemek ise şeriatı yeniden yürürlüğe koyar.

8. İlletin İhmal Edilmesi: Şekil Yaşar, Adalet Solar

İlletin ihmal edildiği her yerde hüküm yalnızca lafızda yaşar, hayatta karşılığını kaybeder. Usûl geleneğinin sıkça vurguladığı “العبرة بالمعاني لا بالألفاظ” — “Hükümlerde esas olan lafız değil manadır” ilkesi (Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir) bu tehlikeyi açık biçimde haber verir. İllet çökmüşken hükmü ayakta tutmak, şeriata sadakat değil; maksattan sapmadır. Çünkü illetsiz hüküm adaleti gerçekleştirme kabiliyetini yitirir ve hukukun özü yerine şekilcilik hâkim olur.Bugün illeti değişmiş pek çok konuda hükümlerin yenilenememesinin sebebi, çoğu zaman metodolojik cehalet ve “nas inkârı” ithamı korkusudur. Oysa hükmün illeti değiştiğinde hükmü değiştirmek, nassın reddi değil; nassın hedeflediği adalete sadakatin bir gereğidir. İllet ihmal edilirse hukuk donar; hukuk donarsa adalet solar; adalet solduğunda şeriat yalnızca ritüel bir metne dönüşür. Şekli yaşatıp adaleti öldüren zihin, hükmü koruduğunu sanırken aslında hükmün ruhunu kaybetmektedir.

9. Usûlün Diriliği ve Şeriatın Yürürlük Gücü

Şeriatın yürürlük kudreti, lafızların katılığından değil, usûlün diriliğinden doğar. Usûl-i fıkıh, hükmün doğduğu zihni zemini belirleyen bir “hukuk aklı”dır; illet (العلّة), sebep (السبب), şart (الشرط), mani‘ (المانع), hikmet (الحكمة) ve maslahat (المصلحة) kavramlarıyla hükmün doğuşunu ve uygulanışını yöneten metodolojik omurgayı kurar. Fakihlerin “من لم يعرف المقاصد لا يحسن الفقه” — “Maksatları bilmeyen fıkhı iyi anlayamaz” (Şâtıbî, el-Muvâfakât, IV, 294) uyarısı, usûlün sadece teknik bir disiplin değil, şeriatın yürürlük ruhu olduğunu gösterir. Usûl çökerse fıkıh çöker; fıkıh çökerse hüküm şekle indirgenir; şekil kalırsa adalet bedenini kaybeder.

İllet teorisi, bu diriliğin kalbidir. İllet yaşadıkça hüküm yürürlükte kalır; illet öldüğünde hükmü sürdürmek, hukuku değil tarihi yaşatmaktır. İlletin tecdidi yapılmadan hükmün yenilenmesi imkânsızdır; hükmün yenilenmesi olmadan şeriatın toplumsal hayatta varlık göstermesi düşünülemez. Bu nedenle usûl, nas ile hayat arasında kurulan en sağlam köprüdür. Bu köprü yıkıldığında nas hayatı, hayat da nassa yabancılaşır; hukuk adalet üretme kapasitesini yitirir.Kısacası, şeriatın sürekliliği hükümlerin donukluğunda değil, usûlün diriliğinde saklıdır; usûl canlı kaldıkça şeriat da hayatın içinde canlı kalır.

10. Sonuç: İllet Değişmezse Hukuk Donar, Adalet Ölür

“İllet değişince hüküm de değişir” ilkesi, İslâm hukukunun yalnızca bir fıkıh kaidesi değil, yürürlüğün kalbidir. Çünkü hükmün varlık nedeni illettir; illet ortadan kalktığında hükmü sürdürmek, şeriata bağlılık değil, adaleti boğmak anlamına gelir. Usûl geleneği bunu “العبرة في الأحكام بالمعاني لا بالأشكال” — “Hükümlerde esas olan şekil değil, manadır” prensibiyle (Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir) yüzyıllar önce kayıt altına almıştır. İllet çökerse hükmün üzerindeki anlam yükü de çöker; hükmün lafzını yaşatmak ise yalnızca hukuku bir ritüele dönüştürür.

Bugün pek çok şer‘î hükmün teoride var olup pratikte kaybolmasının sebebi, bu ilkenin işletilmemesidir. İllet kaybolduğu hâlde hükmün değiştirilememesi “nassı koruma” değil, maksadı ıskalamadır. İllet yenilenmediği sürece hüküm donuklaşır; hüküm donduğunda hukuk işlevsizleşir; hukuk işlevsizleştiğinde ise adalet hayatı terk eder. İslâm hukukunun yeniden anlaşılması, yeniden dirilmesi ve yeniden yürürlük kazanması, ancak bu ilkenin usûlün merkezine yeniden oturtulmasıyla mümkündür. Son söz olarak: Zaman değişir, illet değişir; fakat adaletin ilkesi değişmez. İlleti görmeyen, hükmü anlayamaz; hükmü anlayamayan da şeriatın ruhunu kavrayamaz. İllet değişmezse hukuk donar; hukuk donarsa adalet ölür.