Kur’an’daki çok sayıdaki hükmü “nesh” sanmak, vahyin merhale metodunu yanlış adlandırmaktır; zira Şâri‘ bize iptali değil, toplumsal şartlar değiştikçe şer‘î yasaların da değişebileceğini öğretmiş, böylece hükmün değil illetin yenilenmesiyle adaletin çağlar boyunca diri kalacağını göstermiştir.

NESH Mİ, YENİ ŞERİAT MI?
İslâm hukuk metodolojisinin en kritik ve en fazla yanlış anlaşılan meselelerinden biri, şer‘î hükmün lafızdan değil illete bağlı olarak yürürlük kazandığı gerçeğidir. Fakihlerin asırlardır tekrar ettiği “الحكم يدور مع علته وجوداً وعدماً” — “Hüküm illetiyle var olur, illetiyle yok olur” (Âmidî, el-İhkâm, c.3, s.118) kaidesi, hukukun hayatı metinden değil gerekçeden aldığını gösterir. Buna rağmen tarih boyunca nesh kavramı gereğinden geniş yorumlanmış, Kur’an’ın tedricî iniş mantığı ve bağlama göre yenilenen şeriat uygulamaları “iptal” gibi anlaşılmış; böylece vahyin normatif bütünlüğü metodolojik bir sis perdesi altında bırakılmıştır. Kur’an’da geçen “مَا نَنْسَخْ مِنْ آيَةٍ … نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا” — “Bir ayetin hükmünü kaldırır veya unutturursak mutlaka ondan daha iyisini veya dengini getiririz” (Bakara 2/106) ayeti, çoğu yorumcunun sandığı gibi ilâhî hükmün iptali değil, bağlamı tamamlanan hükmün yerine yeni bağlamın doğurduğu yeni şer‘î düzenlemenin gelmesidir. Aynı şekilde “يَمْحُو اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ” — “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır” (Raʿd 13/39), hükmün değil gerekçenin değiştiğinde yeni hükmün varlık kazandığını gösterir.
Asıl problem, Kur’an’ın merhale hukukunu “nesh” diye adlandırmanın, vahyin pedagojik yapısını ıskalayan bir metodolojik kayma olmasıdır. İçki yasağı, kölelik uygulamaları, savaş hukukunun dönüşümü, hatta Hz. Peygamber’in Mekke ve Medine’de farklı hükümler ortaya koyması, nesh değil değişen vakıanın yeni illet üretmesidir. Bu nedenle Kur’an’ın hüküm sistemi, iptal–yeni hüküm dikotomisiyle değil, sabit ilke (âmm) + değişken uygulama (hâss) metodolojisiyle işler. Kur’an’ın “اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ” — “Allah adaleti emreder” (Nahl 16/90) buyruğu, değişmeyen anayasal ilkeleri vazederken; Hz. Peygamber’in “أنتم أعلم بأمور دنياكم” — “Dünya işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz” (Müslim, Fedâil 139) sözü, uygulamanın bağlamla değişeceğini normlaştırır. Böylece vahiy ilkede sabit, uygulamada esnek bir hukuk kurar.
Ancak tarih boyunca Müslümanların bu dinamikliği “nesh” adı altında dondurmaya çalışması, pratikte vahyin pek çok hükmünün söylemde var ama hayatta yok olmasına yol açmıştır. Çünkü hükmün illeti bittiğinde hükmü yaşatmak, şeriata sadakat değil şekilciliğin hukuk kılığına bürünmüş hâlidir. İlletin değiştiği, bağlamın dönüştüğü, sosyal yapının yeniden şekillendiği durumlarda hükmün yenilenmesi, şeriatın değil adaletin korunmasıdır. Bu nedenle “Nesh var mı?” sorusu eksiktir; esas soru şudur: Nesh dediğimiz şey gerçekten hükmün kaldırılması mı, yoksa değişen vakıanın doğurduğu yeni şeriatî düzenleme midir? Bu çalışma, Kur’an’ın tedricî (merhale) metodunu, şeriatlar arasındaki tarihsel çeşitliliği, Mekke–Medine farklılaşmasını, illet–hikmet ayrımını ve modern vakıanın doğurduğu yeni fıkıh ihtiyacını bir arada ele alarak şunu kanıtlamayı amaçlar: Hüküm değişmez değildir; değişmeyen ilke, değişen illettir. İllet değişirse hüküm değişir; bu nesh değil, şeriatın yenilenmesidir.
1. Din Tek, Şeriatlar Farklıdır: İlâhî Hukukun Tarihsel Çeşitliliği
Kur’an’ın “لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا” — “Her bir topluluk için bir şeriat ve bir yol kıldık” (Mâide 5/48) beyanı, dinin tevhid olarak sabit kaldığını, fakat şeriatın tarihsel, sosyolojik ve kültürel bağlama göre farklılaştığını açık biçimde ortaya koyar. Bu ayet, hükümlerin farklılığını “ilâhî iradenin değişmesi”yle değil, toplumsal illetteki değişimle izah eder. Yahudi şeriatının sertliği ve ceza merkezli yapısı, çöl göçerliği ve kabile toplumunun caydırıcılığa dayalı güvenlik ihtiyacından; Hristiyan şeriatının yumuşak ve affedici formu, Roma imparatorluğunun işkence ve zulüm düzeninde bir manevî direnç üretme illetinden; İslâm şeriatının dengeli ve bütüncül yapısı ise hem kabile toplumunu hem şehirli düzeni bir arada taşıyan çok katmanlı sosyal gerçeklikten doğmuştur. Bu farklılaşma, nesh değildir; illete bağlı yeni şeriat düzenlemesidir. Zira şeriat, ilâhî iradenin içeriği değil, o iradenin vakıada aldığı hukuki biçimdir; vakıa değiştikçe şeriatın uygulama biçimi değişir, fakat dinin özü sabit kalır. Bu nedenle ilâhî hukukta çeşitlilik çelişki değil, bağlamla uyumlu normatif tutarlılıktır; farklı hükümlerin varlığı, vahyin değişken değil, sosyal gerçekliğe nüfuz eden bir sistem olduğunun delilidir.
2. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman Şeriatlarının İllet Temelli Farklılıkları
Üç büyük semavî gelenekte görülen şeriat farklılıkları, dinin özünde bir değişimi değil, toplumsal illetteki farklılaşmayı gösterir. Tevrat’ın katı ceza hükümleri, lex talionis ilkesinin (cezayı suça birebir denk düşürme) hâkim olduğu “نَفْسٌ بِنَفْسٍ” — “can’a can” (Çıkış 21/23) yaklaşımı, dağınık kabile toplumunda güvenliği sağlama illetiyle şekillenmiştir. İncil’deki “من لطمك على خدك الأيمن فأدر له الآخر” — “Sağ yanağına vurana öbürünü çevir” (Matta 5/39) prensibi ise Roma’nın siyasal şiddeti altında ezilen bir topluma barışçı ve pasif direniş zemini hazırlayan manevi bir şeriat doğurmuştur. Kur’an ise bu iki aşırılıktan birini mensûh ilan etmek yerine, her iki şeriatın doğuş illetiyle uyumlu denge merkezli bir hukuk sistemi kurmuş; hem kısası tanımış “كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ” — “Kısas size farz kılındı” (Bakara 2/178), hem affı teşvik etmiş “فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ” — “Kim affeder ve ıslah ederse mükâfatı Allah’a aittir” ifadeleriyle (Bakara 2/178). Bu farklar nesh değildir; toplumsal illetin ilâhî hukukta görünmesidir. İllet değiştikçe hükmün şekli de değişmiş, fakat adalet ilkesi (العدل), merhamet ilkesi (الرحمة) ve insan onuru ilkesi (الكرامة) dinler arasında sabite olarak korunmuştur. Böylece tarih boyunca şeriatlar arasındaki farklılık, vahyin değişmesi değil, hikmetin yeni bağlamlara verdiği hukukî cevaptır.
3. Tedricî Şeriat: Kur’an’ın Merhale Hukuku ve Sosyal Olgunluk
Kur’an’ın hüküm sisteminin en ayırt edici özelliği, şer‘î hükümleri bir anda değil, toplumsal olgunluğun gelişimine paralel olarak merhale merhale (تدرّج / tederrüc) indirmesidir; bu yapı nesh değil, illete uygun normatif yükseliştir. İçki yasağının üç aşamalı inişi bunun en parlak örneğidir: önce “فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ” — “Onlarda büyük günah vardır” (Bakara 2/219) diyerek toplumsal zihniyet hazırlamış; ardından “لَا تَقْرَبُوا الصَّلَاةَ وَأَنْتُمْ سُكَارَى” — “Sarhoşken namaza yaklaşmayın” (Nisâ 4/43) buyurarak davranış alanını daraltmış; nihayet “فَاجْتَنِبُوهُ” — “Ondan bütünüyle uzak durun” (Mâide 5/90) hükmüyle kesin yasak getirilmiştir. Bu süreç, önceki ayetlerin iptal edilmesi değil, her bir hükmün kendi bağlamındaki işlevini tamamlayarak bir üst merhaleye geçişidir. Fakihlerin “الحكمة تُستتبع العِلّة” — “Hikmet illeti takip eder” prensibi burada gözle görülür hâle gelir; çünkü toplumsal hikmet olgunlaşıp illet değiştiğinde, hüküm doğal olarak yeni bir normatif şekle bürünür. Köleliğin tedricî çözülüşü, faiz düzenlemelerinin kademeli sıkılaştırılması ve miras hukukunun aşamalı inşası aynı merhale hukukunun parçalarıdır. Dolayısıyla tedricîlik, Kur’an’ın “şeriatın bir anda değil, gerekçesi olgunlaştıkça doğması” şeklindeki ilâhî yöntemidir; nesh değil, hikmetin hükme doğru evrilişidir. Bu bağlamda tedricî şeriat, İslâm hukukunda hem sosyal gerçekliğe duyarlılığı hem de hükmün yürürlük gücünü belirleyen en üstün normatif araçtır.
4. Mekke’den Medine’ye: Aynı Peygamber, Değişen Hükümlerin Sosyal Bağlamı
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke ve Medine dönemlerinde farklı hükümlerin ortaya çıkması, nesh değil, vakıanın değişmesiyle illette meydana gelen dönüşümün şer‘î hükme yansımasıdır. Mekke döneminin pasif direniş, tahammül ve tebliğ eksenli hükümleri — “كُفُّوا أَيْدِيَكُمْ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ” — “Ellerinizi çekin (savaşa kalkışmayın) ve namazı kılın” (Nisâ 4/77) ayeti ile ifade edilen çizgi — İslâm toplumunun güçsüz, dağınık ve siyasi otoriteden yoksun yapısının illeti üzerine kurulmuştur. Aynı Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde, topluluk güç kazanmış, siyasi otorite kurulmuş, güvenlik sağlanmış ve ekonomik yapı olgunlaşmıştır; bunun üzerine savaş, kamu düzeni, ceza, vergi, ganimet ve miras gibi alanlarda farklı hükümler nazil olmuştur. Bu değişim, önceki hükmün iptali değil, yeni toplumsal bağlamın doğurduğu yeni şer‘î düzenlemedir. Nitekim Medine’de izin verilen savaş için Kur’an’ın gerekçeyi bizzat zikretmesi — “أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا” — “Zulme uğratıldıkları için savaşmalarına izin verildi” (Hac 22/39) — hükmün illete dayalı olduğunu açıkça gösterir. Yani hüküm değişmiştir; çünkü illet değişmiştir. Bu bağlamda Mekke–Medine farklılaşması Kur’an’ın nesh metoduyla değil, bağlam ve illet merkezli şeriat inşasıyla açıklanabilir. Aynı Peygamber döneminde bile hükümler değişebiliyorsa, bu değişim şeriatın zaafı değil, vahyin hayatı kuşatan hukukî esnekliğinin delilidir.
5. Şeriatın Değişmeyen Ruhu, Fıkhın Değişebilen Bedeni
Şeriatın değişmeyen ruhu, Kur’an’ın “üst norm” mahiyetindeki sabit ilkeleridir: adalet (العدل), merhamet (الرحمة), hikmet (الحكمة), hürriyet (الحرية), insan onuru (الكرامة) ve emanettir (الأمانة). Bu ilkeler, “اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ” — “Allah adaleti ve ihsanı emreder” (Nahl 16/90) gibi ayetlerle ilâhî bir anayasa olarak vazedilmiştir. Buna karşılık fıkıh, bu evrensel ilkelerin toplumdan topluma, çağdan çağa, örften örfe, maslahattan maslahata giydiği hukuki elbisedir. Bu yüzden mezhepler arasında görülen hüküm farklılıkları nesh değil, farklı coğrafyaların farklı vakıaları ve farklı illetleri üzerinden şekillenen yerel şer‘î uygulamalardır. Bağdat’ın ticari hayatı ile Buhara’nın tarımsal düzeninin aynı hükmü doğurmaması; Endülüs’te gelişen kültürle Horasan’daki sosyal dokunun farklı hükümler üretmesi, şeriatın değil, vakıanın değişkenliğidir. Fakihlerin “العرف مُحَكَّم” — “örf belirleyicidir” kaidesini (Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir) büyük bir temel ilke hâline getirmeleri de bu gerçeğin ifadesidir. Şeriatın ruhu daimîdir; fakat fıkıh o ruhun hayatın içinde aldığı biçimdir. Bu nedenle fıkıh sabit değil, şartlara duyarlı bir yürürlük hukukudur. İlke sabit kalır, fakat hüküm o ilkenin bağlamda yeniden üretilen bedenidir. İlleti değişen hükmü değiştirmek, şeriatı bozmak değil; şeriatın ruhunu hayatta tutmaktır.

6. Nesh mi, Yeni Şeriat mı? Kur’an’ın Normatif Dönüşüm Mantığı
Kur’an’daki değişim görünen hükümlerin büyük bölümü, klasik literatürde “nesh” olarak adlandırılsa da usûlî açıdan bakıldığında bu olayların çoğu hükmün iptali değil, bağlamı olgunlaşan hükmün yeni bir illet (العلّة الجديدة) üzerinden yeniden inşa edilmesidir. Bakara 2/106’da geçen “مَا نَنْسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا” — “Herhangi bir ayetin hükmünü kaldırır veya unutturursak mutlaka ondan daha hayırlısını veya dengi olanını getiririz” ifadesi, hükmün “iptal edildiğini” değil, yeni toplumsal şartlara göre üstün bir norm getirildiğini bildirir. Bu, nesh değil “normatif tecdid”dir; çünkü burada kaldırılan, ilâhî iradenin hükmü değil, eski bağlamın işlevini tamamlamış olan illettir. Ra’d 13/39’daki “يَمْحُو اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ” — “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır” ayeti de nassın değil, hükmün dayandığı gerekçenin değişmesine işaret eder. Bu nedenle Kur’an’daki dönüşüm, önceki hükmün “yok edilmesi” değil, yeni bağlamın yeni hükmü zorunlu kılmasıdır. Fakihlerin “الحكمة تدور مع المصلحة حيث دارت” — “Hikmet, maslahat nereye dönerse oraya döner” kaidesi, bu metodolojiyi teyit eder. Sonuç itibarıyla çoğu “nesh” örneği, gerçekte yeni bağlam → yeni illet → yeni hüküm üçlüsünün doğal sonucudur; bu yüzden Kur’an’ın normatif dönüşümünü nesh değil, şeriatın yeni bağlamlara göre yeniden doğması olarak okumak metodolojik açıdan daha tutarlıdır.
7. Nesh Söylemi mi, Metodolojik Hata mı? Şeriatı Donuklaştıran Yanlış Kavramlaştırma
Klasik literatürde “nesh” başlığı altında toplanan birçok örneğin, gerçekte hükmün ilga edilmesi değil, yanlış kavram kullanımıyla oluşan metodolojik bir bulanıklık olduğu açıktır. Çünkü Kur’an’ın merhale ve tedricî inişi, hükmün bağlamını olgunlaştıran şer‘î bir yükseliş sürecidir, nesh olarak adlandırılması ise hükmün kesildiği izlenimi oluşturur. Bu ise, vahiy hukukunun kendi iç tutarlılığına aykırı bir kavramsal genişlemedir. Zira Kur’an, hükmün değil, hükmün dayandığı sosyal gerekçenin değiştiğine işaret eder: “يَمْحُو اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ” — “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır” (Ra‘d 13/39). Burada silinen şey “ayet” değil, ayetin dayandığı vakıa–illet ilişkisidir. Bu nedenle nesh kavramını geniş anlamda kullanmak, vahyin dinamizmine değil; lafzî yüzeyselliğe yaslanan metodolojik bir hatadır. Fazla genişletilen nesh söylemi, şeriatın canlılığını donuklaştırır, hükmü tarihe hapseder ve İslâm hukukunun yenilenme gücünü köreltir. Nitekim pek çok klasik âlim, “nesh sanılan” hükümlerin gerçekte merhale (مرحلية), tedricîlik ve değişen illetlerin doğurduğu yeni hüküm olduğunu söyler. Bu bakımdan nesh söyleminin geniş kullanımı, şeriatın ruhunu gizleyen, hakikati yanlış adlandıran bir metodoloji kusurudur; doğru olan, hükmü değil illeti esas almak ve değişimi “iptal” değil “yeniden inşa” olarak okumaktır.
8. Sonuç: İllet Değişirse Hüküm de Değişir — Şer‘î Yürürlüğün Gerçek Dinamiği
Bütün bu analizlerin vardığı nihai hakikat şudur: İslâm hukukunda yürürlüğün esası, hükmün metnine değil, hükmün dayandığı illete bağlıdır; illet sona erdiğinde hükmün sürdürülmesi adaleti korumak değil, şeriatı tarihe hapsetmektir. Kur’an’ın tedricî yapısı, farklı peygamber şeriatları arasındaki çeşitlilik ve Mekke–Medine örneğindeki dönüşüm, hükmün kaldırılması değil, bağlamın değişmesiyle yeni hükmün doğmasıdır. Nesh kavramının genişletilmesi, bu ilâhî sistematiği “iptal–yeni hüküm” ikilemine indirgerken; doğru metodoloji, “العِبْرَةُ لِلمعاني لا للألفاظ” — “İbret lafza değil manaya göredir” (Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir) ilkesinin gereği olarak illete bakmayı zorunlu kılar. Zira Kur’an’ın “نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا” (Bakara 2/106) ve “يَمْحُو اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ” (Raʿd 13/39) ayetleri, hükmün yürürlük sebebinin değiştiğini; yeni bağlamın, yeni illet ve yeni hüküm gerektirdiğini gösterir. Sabit olan şeriatın ruhudur; değişen ise o ruhun vakıada aldığı hukuki biçimdir. Bu nedenle değişimin adı nesh değil, şer‘î tecdîddir; iptal değil, yeniden inşadır; hükmün ölmesi değil, hikmetin kemale ermesidir. Son söz olarak: İllet değişmezse hüküm donar; hüküm donarsa hukuk işlevsizleşir; hukuk işlevsizleşirse adalet ölür. Adaletin hayatta kalması ise ancak şeriatın illete bağlı bu canlı yürürlük mantığının korunmasıyla mümkündür.